500 yıl sonra…
Sosyalizm, komünizm filan henüz gelmemiş, getirememişiz.
Dünyada, başka dünyaların da karıştığı büyük bir savaş, “felaket” yaşanmış ve sağ kalanlar “Demir Şehir” denilen bir bölgede toplanmış. Şehir, adı üstünde, metalik binalardan oluşan bir demir yığını gibi… İnsanlar, cyborglarla (gelişmiş insansı robotlar da diyebiliriz) birlikte, kıt kanaat yaşamaya çalışıyor burada. Dost da oluyorlar, düşman da. Ama hepsi ya alt ya da orta tabaka… Ayrı kültürlerden, milletlerden gelmişler, onlarca farklı dil konuşuluyor. Ama çatışma kimlikler arasında değil. Temel çelişki apaçık ortada.
Bu şehrin üstünde, kara bir bulut gibi duran, gösterişli bir demir daha var; Zalem adlı büyük bir gemi. Dünyadaki pek çok kişinin çıkmayı hayal ettiği, gerekli parayı elde etmek adına türlü pis işlere ve ilişkilere bulaştığı ama günün sonunda kimsenin gidemediği Zalem… Arapça zlm kökeninden bize çağrıştırdığı anlamıyla zalimin mekanı. Yukarıdan baktığı dünya ile ilişkisinde, bedenine büründüğü işbirlikçileri kullanıyor, orta tabakanın sınıf atlama hayallerinden, yoksulların çaresizlikten doğan kötülüğünden besleniyor. Dünyada üretilen ne varsa, kalın bir boru ile, iliğini emercesine kendine alan, hurdasını ise dışkılarcasına aşağıya bırakan havada asılı bu bilim kurgu şehri, ne de tanıdık aslında bizlere…
Sinemada gösterimde olan “Alita: Savaş Meleği” filminden bahsediyorum. Evet, büyük bütçelerle çekilen ve gişe hasılatı beklentisi ile felsefi yönleri değil eğlenceli sahneleri abartılan çağdaş aksiyon sinemasının bir örneği. Geleceğimizi, birkaç hayali kahramana emanet etmeyi alışkanlık haline getiren Hollywood’un bir filmi. Ama yine de, bir Japon mangasından uyarlanan bu görsel şölenin seyirciye düşündürdüğü onlarca ana ve yan tema var. Ve hepsi de günümüz dünyasında, günlük yaşamımızda karşılık buluyor.
Tıpkı Pinokyo’ya hayat veren Gepetto usta gibi, çöplükte bulduğu bir cyborg’u tamir eden Doktor Ido, “Bu sadece bir beden, kendiliğinden iyi veya kötü değil. Onunla ne yapacağın sana kalmış.” sözleriyle kendi yaşamımızdan sorumlu olduğumuzun işaretini veriyor. Aynı karakter, filmin ilerleyen dakikalarında, beklenmedik kişilerden gelen kötülükler üzerine, “Burası, iyi insanları bile kötü yapıyor.” diyerek, insanın toplumsal bir varlık olduğunu ve iyi veya kötü olmamızın da içinde yaşadığımız toplumsal ve sınıfsal durumun gereklerine göre şekillendiğini vurguluyor. Bir zamanlar ailesi ile birlikte Zalem’de yaşayan İdo, çocuğunun engelli/hasta olması sebebiyle oradan atılmış. Sonrasında da, alnında yazılı Zalem nişanını kendisi sökerek, ayrıcalıklı sınıfına ihanet etmiş ve ezilenlerin yanında yer almış. Filmde yeterince işlenmeyip kısaca değinilen bu nokta, küçük burjuva ağırlıklı toplumumuz için ibret verici.
Doktorun, kızı yerine koyduğu cyborg Alita ise geçmişini hatırlayamayan, korunmaya muhtaç, masum, minyon bir kız… İşte filmin ruhu da burada gizli: Koca gözleriyle dünyaya merakla ve hayretle bakan saf bir genç kadının cesaret öyküsünde ve bir kahramana dönüşmesinde… Daha doğrusu içindeki kahramanı uyandırmasında… Bugün pekçok kadının ihtiyacı olan şey de bu değil mi? Fiziksel yetilerinin ötesinde, kalbindeki isyanı dinlemek, baskıya ve şiddete direnmek, yalnız olamıyorsa da birlikte çare üretmek.
Şiddet demişken… Filmde, yüksek dozda şiddet bulunmasına rağmen kan içermeyen dövüş kareografileri şiddeti oldukça estetize ediyor. Ama bundan daha önemlisi, şiddetin türleri hakkında düşündürüyor. Mazlumun şidddeti ile zalimin şiddetini net olarak ayırıyor ve “şiddet şiddettir” ezberini bozup birine haklı ve yerli şiddet dememizi sağlıyor. Demir kentte ateşli silahın yasak olduğunu bir anlığına sevinerek öğrensek de sebebinin Zalem’e tehdit oluşturacak her şeyin yasaklanması şeklinde açıklanmasıyla ters köşe oluyoruz yine… Ateşli silah bulundurana idam cezası var. Nedeni ise insan hayatını korumak değil, Zalem’e karşı olası bir isyanı önlemek. Zaten insan hayatına değer veren bir sistemde idam cezası da olmaz. Vicdani ret tartışmalarının yapıldığı şu günlerde farklı bir boyuttan bakmamızı sağlıyor silaha ve şiddete…
Film boyunca aşkın ve acının gücü yoğurup şekillendiriyor Alita’yı. Bizim kadar tam insan olmayan bu robot kız, kalbini çıkarıp avcunun içine alıp sevdiğine sunacak kadar hesapsız bir aşık oluyor. Kavgaya ve aşka, ta yürekten giriyor. Acemice de olsa, başarısızlığa da uğrasa ortak düşmana karşı örgütlenmeyi deniyor. Çektiği acılar onu biliyor, kılıcı kadar keskinleştiriyor. Yalnız da kalsa, kılıcını çekip Zalem’e karşı aşkla direniyor.
***
Bugün 8 Mart…
Dünya Emekçi Kadınlar Günü…
“Bu sadece bir beden, kendiliğinden iyi veya kötü değil. Onunla ne yapacağın sana kalmış.”
Onu alıp 17.30’da Dereboyu Citroen/Teknogold ışıklara gel!
500 yıl sonrayı bilemeyiz… Ama bugün zalimin zulmü varsa kadınların direnecek cesareti var diyebiliriz! Dayanışmayla… Aşkla…
Nazen Şansal
Baraka Aktivisti