Bir sloganın ardından yürümek. Öylece, alelacele bir yerlere yetişme çabası ile değil yavaş yavaş emin adımlarla yürümek. Bir ressamın son fırça darbesi gibi, tamamlanmış bir şiirin altındaki imza gibi yürümek. Biliminin akla hükmüyle, bir sevgilinin kalbinin kuş misali çırpınmasını harmanlayıp, tüm dünyaya ilanı aşk etmesi gibi yürümek.
Nasıl ki her bahara açar ya kardelenler kar soğuğunu yırtarak, nasıl ki bıkmadan usanmadan binlerce kilometre yol kat edip döner ya kırlangıçlar doğduğu topraklara… Demir dövülür de, çelik olur ya alın teriyle, öyle bir inatla öyle bir inançla yürümek.
Dikenli tellerle ikiye bölünmüş, yarım bırakılmış hayallerin ve işgal altına alınmış geleceğin başkenti Lefkoşa sokaklarında; bir an bile tereddüt etmeden, korkmadan, cesurca bir sloganın ardından yürümek. Barlarda, kafelerde oturan insanların kulaklarının aşina olmadığı, yoldan geçenlerin önceden duymadıkları, ya da belirli bir yaşın üzerinde olanların bir yerden anımsamak için kendilerini zorladıkları, geçmişten gelen ama eskimemiş bir şarkının nağmeleri ile yürümek.
Adım attığın her sokak, sesimizin inlettiği her cadde işgal edenin silahlarının gölgesinde olsada şimdi; özgürleştirene kadar bir sloganın ardından yürümek. Ne avuç açıp kurtarılmayı ümit etmek var içinde, ne boynundaki tasmayı az biraz gevşetecek efendisinden sözde özgürlük beklemek. Kendi tırnakları ile direnerek; işgal altındaki sokakları, çocukluğunu, gençliğini, ilk aşkını kimseden talep etmeden zorla geri almak için yürümek.
Bir sloganın ardından yürümek.
Kıbrıslı Türk’ü, Kıbrıslı Elen’i, Türk’ü Kürt’ü Yunan’ı gökkuşağını zapt etmiş tüm renkleri ile bir olarak yürümek. Ayrımsız, ayrılıksız, bin milletten bin dille omuz omuza ayni şarkıya halaya durmuş gibi yürümek. Afrika’nın aç çocuklarından, Ortadoğu’daki köleleştirilmiş kadınlarına, Asya’nın çocuk işçilerinden Avrupa’da hapsedilmiş hayatlarına, Latin Amerika’daki topraksız köylülerden Akdeniz’in gözyaşı döken parçalanmış adasına, efendisiz bir dünyanın hayaline doğru bir sloganın ardından yürümek.
Yıkılmış ve terkedilmiş köylerin, kasabaların, yok sayılmış ve tutsak edilmiş şehirlerin sessizliğini haykırmak için yürümek. Toplu mezarlara gömülmüş çocukların, kurşuna dizilmiş gençlerin, tecavüze uğramış kadınların feryadını her iki dilde de duymak için, acısını paylaşıp hesabını sormak için yürümek.
Bir sloganın ardından yürümek.
Emeğini yok sayan patronun yüzüne haykırarak yürümek. Okuldaki gerici eğitimin boğazını sıkarak yürümek. Yat komutunu veren komutana direnerek, sevmeyi günah sayan mollaya küfrederek yürümek. Kadını hor gören kocaya, doğayı katleden para babalarının karşısına dikilerek, dimdik gururla yürümek. Spartaküs ve yoldaşlarının ardından, Paris Komününe, Denizlerden, Mahirlere halkın tarihinin merdivenlerine bir basamak daha döşemek için; korkmadan yükümlü olduğumuz kavgayı unutmadan bir sloganın ardından yürümek.
On bin yıllık bir kavganın özeti gibi; keskin, değiştirilemeyen, altına binlerce sayfa kitabın yazıldığı ve daha da yazılacağı, özgürlüğe doğru yürünen karanlık yolu aydınlatan gün doğumunun ışıltısı gibi… Kışın soğuğu, Ağustos sıcağı gibi yürümek. Ve Yürümek, şairin dizelerindeki gibi. İçeride, dışarıda, derste, sırada..
Yürü üstüne üstüne, tükür yüzüne celladın fırsatçının, fesatçının, hainin. Ve yürümek; bıkmadan, usanmadan, şarkılarla, danslarla, sıkılmış bir yumruk misali aşk ile. Her gün daha inançlı, daha duygulu, daha kalabalık. Tüm sokaklarda haykırıp doğacak olan güneşi zapt eylemek için yürümek.
“Bağımsız Kıbrıs, Bütün Halklar Kardeştir” sloganı ile güzel günler gelinceye değil de, getirinceye kadar yürümek.
Güngör Acar
Bağımsızlık Yolu Üyesi