Bir otel odasının penceresinden izliyordu İstanbul’u.
Seneler önce çocukluğunun bir yılını geçirdiği o korkunç şehir!
Yıllarca ondan nefret etmiş, hep düşlerinde siyaha boyamıştı yeryüzünün o coğrafyasını.
Adına şiirler yazılmış; sözcükler dizilmiş, ihtişamı anlat anlat bitirilemeyen İstanbul, onun bir daha ayak basmak istemediği bir yer haline gelmişti.
Ama oradaydı işte…
Bir pencere camı mesafede duruyordu İstanbul’a.
Araba ve insanların birbirine karışmış gürültüleri…
Dalga sesleri…
Martı çığlıkları…
Simitçilerin bağırışları…
Dolmuş şoförlerinin haykırışları…
Polisin gereksiz anonsları…
Sokak çalgıcıları…
Bir taraftan ezan, bir taraftan dalgalanan bayrakların kaba kumaş hışırtıları…
İstanbula has o koku…
Herşey yerli yerindeydi!
Şüphesiz İstanbul’daydı.
Yalnız bir şey vardı bunca yıllık nefretini boşa çıkaran.
Herzamankinden farklı bir şey…
Bir ağrı saplandı düşüncelerine, Atilla İlhan tercüman oldu hislerine:
“Ulan İstanbul sen misin?
Senin ellerin mi bu eller?”
On bir yaşında küçük bir kızken İstanbul’a gitmişti.
Okulun ilk günü bacakların görünmemesi gereken şeyler olduğu öğretilmeye çalışıldı ona.
Annesinin kendi elleriyle kısalttığı okul eteği azarlanmasına sebep olmuştu.
Kadınlığın “gereklilikleri” bir yıl boyunca her fırsatta kendisine hatırlatıldı!
Sakinlerinin etnisitelerinin dahi tartışıldığı küçücük bir adadan uçmuştu İstanbul’a.
Türklüğün bütün “gerekliliklerini” dayattılar!
Bir yılın sonunda İstiklal Marşı’nın tüm kıtaları, “Andımız” ve Gençliğe Hitabe bir tamam biliniyordu.
Mustafa Kemal put mertebesine yerleştirilmişti.
Öğretmenin sınıfta bir korku filmi senaryosu okur gibi anlattığı din dersleri uzun zaman unutulmayacak travmalara sebep olmuştu.
İstanbul onu din, milliyetçilik ve cinsiyetçilik üçgeni ile çevrelemiş bir hapishaneye dönüşmüştü.
Nefreti de bundandı…
Ama bu kez, ardında kar tanelerinin havada uçuştuğu pencerenin önünde dururken farklı bir şeylerin olduğunu, artık bu yerden nefret etmediğini hatta içten içe sevgi beslediğini biliyordu.
Bunca yıllık nefreti sevgiye dönüştürenin ne olduğunu düşünürken sokaktan geçen insanların yüzlerine baktı.
Cevap insanların yüzlerinde gizlenmiş, keşfedilmeyi bekliyordu.
İyice inceledi insanların yüzlerini.
Tek tek her geçen insana dikkatlice baktı.
Gördüğü şey umuttu!
Gezi Parkı’ndan doğup insanların gözlerinde yeşeren koskocaman bir umut!
Birden büyük bir gülümseme yerleştirdi burnunun altına.
Artık biliyordu!
İstanbul’u güzelleştiren buydu!
İstanbul’un insanları bir zamanlar onu hapsedenlere karşı sokaklarda kafa tutmuş ve İstanbulluların kırdıkları zincirler onu da geçmişinden kurtarmıştı!
Artık daha özgür hissediyordu!
Derin bir nefes aldı… Sokağa çıkıp İstanbul ile yeniden tanışmaya hazırdı.
Başak Önel
Baraka Dostu
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.