Öyle bir zaman ki, çok sıradan, alelalde. Öyle bir yer ki, çok alışıldık ve yavan… Birilerinin bir eli yağda bir eli balda, diğer birileri daha doğrusu birçokları hayatını kazanmanın en zor koşullarında… Kan, ter, yağmur, çamur ekmeğinin peşinde…
Görünmez bir adada; ada sisli, bulutların arasında, korsan bayrakları gemilerin mendireğine bağlı, bayrağın en büyüğü de tepelere yazılmış çakıllarla…
Burada patronlar ile devlet asgari ücreti beraberce belirlerken, asgari ücretli bir yaşam; açlık sınırında.
1600’lü yıllardan kalma hikayeler;
Haftanın 7 günü, günde 7 saat alışveriş merkezinde bir kasiyeri kasa önünde ‘part time’ çalıştıran, ihtiyat sandığı ve sosyal sigortalarının yatırılmadığı yer ve zamandan hikayeler…
Haftanın 6 günü, günde 12 saat inşaatlarda ter döken bir işçinin, kaçak denen koşullarda, sigortasız ve güvencesiz, sadece eline verilen haftalık 400 lira ile hayatını geçirmek zorunda olduğu koşullardan hikayeler…
Bazen özel bir okulda, bazen özel bir şirkette belki kamu kuruluşunda, güvenlik görevlisi olarak taşeron çalışıp, asgari ücretle, yatırımı yapılacak yalanları altında yaşamak zorunda bırakılan, ailesine ekmek almakta zorlanan yarı aç, yarı tok hikayeler…
Dersanelerde ders vererek gündeliğini çıkarmak zorunda bırakılan, kamu okullarında yeterli münhal olmadığı için okullarda öğretmenlik yapamadan, eğitimdeki çarpık sistemin mağdurları olarak çarpık sistemin çarklarının en zayıf dişlileri olan ‘part time’ öğretmenlerden hikayeler…
Tarımda, hayvancılıkta; tarlalarda, mandralarda çalışmak için binlerce kilometre uzaktan yola çıkıp bu topraklarda nafakasını çıkarmak için her sabah güneş doğmadan çapa-küreğe başlayan, güneş batana kadar kan ter içinde çalışanlardan hikayeler…
Her gün sabah erkenden yollara düşen, bazen taşeron şirkette, zaman zaman kendi namına sabahtan akşama kadar ev içi veya ofislerde temizlik yaparak herhangi bir çalışma saati ve günü olmayan, sosyal hak beklemeyen hikayeler…
Seks işçiliği yapmak zorunda bırakılan yüzlerce hatta binlerce eski doğu bloku ülkelerinden kadınlar ve onları yokeden kadın ticaretinden hikayeler…
Kumarhanelerde kurpiyer, garson, şoför, değnekçi olarak çalıştırılarak milyarlarca paradan asgari ücret alanlardan hikayeler…
Kimsenin sorgulamadığı, soruşturmadığı, görmezden gelerek ruhunu kurtardığı, taşocaklarından gelen ölümlerden hikayeler…
Otel inşaatlarından düşerek can veren göçmen işçilerden hikayeler…
Malum yerde bugüne kadar devam eden bu kuralsızlık ünlü bir işinsanı için belli ki memnuniyet verici. Onlar için değişiklik kesinlikle kabul edilmez… Yasal değişiklik duyar duymaz sosyal medyadan yaygaraları yükseliyor. “Türkten Türke” kampanyası ile yeterli sermaye birikimini yakalayamamış olsa gerek, biriktirelim büyüyelim diyor. Daha ucuzsa dünyanın herhangi bir yerinden işçi getirtebilir. Vietnam en popüler ülke onlar için… Sermayesini nereden büyüteceğini gayet iyi tetkik etmiş. Tarihi de belirtirken “Burjuvazi”nin tarih sahnesine çıkışına kadar geri gittiğine göre sınıfsal durumunu da iyi tetkik etmiş demektir. Burjuva sınıfının tarihteki ilk büyük kazanımını hedef almış kendine. Yani burjuvalar iktidarı ele geçirdiğinden beri emek sömürüsünün olmadığını iddia ediyor. Burjuvalar arası tam demokrasi, işçiler üzerinde tam tahakküm… 1789’un sloganıyla: “Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik” ama burjuvalara…
Onun açısından çelişen bir durum söz konusu değil. Sınıfını biliyor, ona göre konumlanmış, ona göre konuşuyor.
Sınıfını algılamayan, nereden konuşacağını bilmeyen, kendini emekçi değil işveren, tüm toplumu da homojen ve ayrılmaz bir bütün zanneden ama emeğinden ve birikiminden başka hayatını kazanmak için satacağı hiçbir şeyi olmayan omurgasızların kendi durumlarını en kısa sürede sorgulaması dileğiyle…
Besim Baysal
Baraka Aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.