Kudret Özersay liderliğinde oluşturulan yeni siyasi parti bugün İçişleri Bakanlığı’na kuruluş dilekçesini vererek kendini ilan ediyor. Ocak ayının ilk haftası içerisinde partinin kurulacağı önceden biliniyor ve bu sebeple de “merkez” partilerde bir süreden beridir ciddi bir gerginlik gözlemleniyordu. Özellikle de son haftalarda CTP etki alanı içerisindeki “bağımsız” entellektüellerde oluşan seferberlik, bu gerginliğin en net dışa yansıyan tarafıydı.
“Bağımsız” entellektüellerin, bizzat kendileri tarafından başlatılan eleştiri ve etiketleme salvosuna karşı yöneltilen her yanıttan “alınacak, gücenecek” bir taraf bularak, bildik tarzlarını sürdürdükleri “tartışamama” durumunu daha önce irdelemiştik. Muhataplarının da bu hususta eksik kalan bir yanlarının olmadığını tekrar etmek gerekiyor.
Ancak gelin biz, “yeni partinin” kurulduğu bugün, “korku” kelimesi etrafında oluşturulan ruh haline dair düşünelim…
***
Sözde Marksist bir tahlil aracılığı ile, salt yaslandığı varsayılan toplumsal sınıfların “analizi” konu edilerek, daha henüz kurulmamış partinin, bilinmeyen programına “yeni sağ” etiketi “bağımsız” entellektüellerce davul-zurna eşliğinde yapıştırılmıştı.
Yeni partinin en popüler ismi Kudret Özersay’dan başlayarak, tüm siyasal ilişkiler ağı bu etiketlemeye; “bizden korkuyorsunuz” diyerek yanıt verdi. Sosyal medya paylaşımları, makaleler ve konuşmalar bu “korku” iddiası üzerinden konumlandı ve o temelden şekillendi.
CTP’nin “bağımsız” entellektüelleri ise, zaten en baştan bu yeni siyasal oluşumun “tehlikeli” olduğuna dair bir vurgu temelinde konumlanmıştı. “Kudret Özersay’ın Önlenebilir Yükselişi” isimli makale, hem daha başlıktan “Hitler ve faşizm” imasını barındırıyor hem de söz konusu olanın “önlenmesi gereken bir yükseliş” olduğunu bildiriyordu. Makalenin yeni partiyi “yeni sağ” olarak tanımlıyor olması da; siyasal yelpazenin ve toplumsal tepkinin “sağa” kaymakta olması üzerinen toplum için bir tehlikeye vurgu yapıyordu. Tehlikelerden korkulmasının doğal olduğu ve bazen yaşam kurtardığı ise aşikardır. Zaten söz konusu gerilimi başlatan makalenin yazarı da bunu kabul ederek, kendi yazısını “korkulması gereken bir siyasal hareketi anlama ve analiz çabası” olarak tanımlamıştı…
Peki toplum açısından gerçekten de korkulması gereken bir durum var mıdır?
***
Bu yazı yeni siyasal partinin programı yayınlanmadan önce yazılıyor. Ancak gerek Toparlanıyoruz Hareketi dönemince gerek Temiz Toplum Derneği’nce gerekse de Kudret Özersay tarafından sergilenen pratik temelinde bakıldığında; yeni siyasal partinin kendini var edeceği değerler aşağı yukarı bellidir: Temizlik, dürüstlük, samimiyet, şeffaflık, çağdaşlık, gençlik, yenilik, tarafsızlık, hukuk, akademik bilgi ve saygınlık…
Bu sayılanların hiçbiri bir siyasal oluşumu sağ veya sol yapmaz. Sol veya sağ ayrımına temel olan kriter sınıfsal bakış ve emekten yana bir siyasal çizginin neresinde olunduğudur. Hem sağ hem de sol siyasal oluşumlar söylem düzeyinde bu değerleri benimseyebilir ve topluma kendisinin bunları yansıttığı iddiasıyla ulaşabilir. Bazı tarihsel dönemlerde çeşitli toplumlar tarafından bu değerler “sol”a bazı dönemlerde ise “sağ”a mal edilmiştir. Ve solun da sağın da bu değerleri kendi bünyesinde bulundurduğu iddiasını yükselttiği veya bu değerleri gereksiz bulduğunu açıkça ilan ettiği tarihsel kesitler yaşanmıştır.
İçinden geçtiğimiz tarihsel dönemde önem kazanan nokta; bu değerlerin “sol” veya “sağ”a mal edilmeden “bağımsız” bir noktadan, ideolojisiz bir çerçeveden var olabileceği inancının toplum içinde kökleşmesidir. Dahası, toplumda yaygınlaşmış olan ideolojisizlik ideolojisi; sol veya sağ angajmanların bu değerleri erozyona uğrattığını iddia etmektedir. Bu algıya göre, solcu veya sağcı olmanız sizi daha baştan bu değerlerin dışında bir yere yerleştirmektedir.
İşte “yeni parti”, ideolojisiz ideolojisini önceden hazır bulduğu bu algının üzerine kuruyor. Peki toplumdaki bu algıyı, kim hazırladı?
***
“Sağ sol cepheleşme”ye gerek olmadığını, “ideolojilerin bittiğini”, “Kur’an kursları ile tenis kurslarının eşdeğer olduğunu” yıllarca hem kendi tabanına hem de topluma anlatan kimdi?
Genç olduğu için, yeni olduğu için, temiz olduğu için üyelerini milletvekili yapan, bakan yapan kimdi?
Akademisyen, hukukçu, genç, yeni gibi sıfatlarla parlattığı şahıslar üzerinen prim yapan kimdi?
Yukarda saydığımız değerleri “ideolojilerden arındırılmış” olarak pazarlayan, topluma benimseten ve kendisinin bu değerlerin taşıyıcısı olduğu iddiası ile hareket eden kimdi?
CTP tüm bunları yaparken, tek bir nokta hariç başarılı oldu: Parti olarak bu değerlerin taşıyıcısı olduğuna toplumu ikna edemedi.
Kısmen “sosyalist bir geçmişten” geliyor oluşu, kısmen UBP ile sürekli bir didişmenin getirdiği toplumsal kamplaşma nedeniyle herkesi kucaklayamayacağı düşüncesi, kısmen sadık bir emekçi tabanı olması nedeniyle sermayedarları ürkütmesi onu hep “vekaleten” bir pozisyona mahkum kıldı. CTP bu değerleri parti olarak taşıdığına kitleleri ikna edemese de, vitrine yerleştirdiği birkaç “genç” ve “yeni” yüz ile durumu uzun süre idare etti!
Parti olarak bu durumdan fayda sağladığı sürece hiçbir şikayette bulunmayan CTP, toplumu ve kendi tabanını “esas aktörün” sahneye çıkacağı kıvama getirdiğinde, vekalet günleri de sona ermiş oldu.
***
CTP’nin hazırladığı zemine yaslanacakmış gibi görünen ve CTP çevrelerinde haklı bir korku yayan “yeni parti”nin çizgisi ne olacak?
Yeni parti en iyi ihtimalle, CTP’nin son yirmi yıldır dile getirdiği değerlerin gerçek sahibi konumuna yerleşecek: Bunu geçmişte bir ideolojiye angaje olmamış olmanın “temizliği” ve “sermayeye karşı emeği” tercih etmesini bekleyen bir tabanı olmamasının verdiği rahatlıkla gerçekleştirecek.
En kötü ihtimalle ise, yeni partide gerçekleşecek hızlı bir yozlaşma ve otoriterleşme ile yüzleşen ciddi sayıda insan, derin bir hayal kırıklığı yaşayacak. Böylesi hayal kırıklıkları CTP’nin hükümet dönemlerini yaşamış kitleler için zaten yeni bir şey değil.
Yeni partinin “faşist” veya “milliyetçi” bir pratik ortaya koyması mümkün değil. Faşist bir tepki, ancak partinin yozlaşması ve otoriterleşmesi ihtimalinde, savrulan kitlesinin bazı unsurlarından evrilebilir. Bu da yaşanan hayal kırıklığını karşılayacak sol siyasal alternatifin yaratılamaması koşuluna bağlıdır. Kısacası mevcut durumdan daha büyük bir tehlike, söz konusu değildir. Yeni parti zaten var olan hayal kırıklığını örgütlemektedir ve yeni bir hayal kırıklığında oluşması muhtemel tehlike, bugün zaten vardır. Yeni partinin bu olası ihtimali öteleyerek, iyi bir şey yaptığı ve alternatif oluşturmak isteyen devrimcilere zaman kazandırdığı bile söylenebilir.
***
Devrimci hareketin çeşitli bileşenleri ve teker teker devrimciler, geçmişte Kudret Özersay ve Toparlanıyoruz Hareketi ile ilgili birçok uyarıda bulundular. Bu uyarıların neredeyse hepsi, CTP yönetimine ve onun “bağımsız” entellektüellerine yönelikti. Söylenen çok basitti: “Sosyalistiz diyorsunuz, ama sermayedan yana ve emeğe karşı bir pratik izliyorsunuz. Bu da kısa vadede size avantajlar sağlasa da, orta vadede Kudret Özersay ve Toparlanıyoruz tarafından devralınacak bir bayraktır. Eğer gerçekten sosyalist değerlere inanıyorsanız, tehlikeyi görün ve sermayeden yana pratiğinizden vazgeçin.”
CTP yönetimi bu mesajı ya ciddiye almadı yada anlamak istemedi. Şimdi kendi hazırladığı bir ruh halinin gerçek temsilcilerine, kendi sempatizan kitlesini kaptırmak gibi bir tehlike ile başbaşa kaldı. Bu CTP yönetimi için gerçek bir tehlikedir ve korkmakta haklıdırlar.Sonuçta hem ideolojilerini hem de kitlelerini kaybetme riski söz konusudur.
Ama toplum için ortada korkulması gereken yeni bir durum yoktur. Siyasal yelpaze sağa kayıyordu, halen de sağa kaymaktadır. Geçmişte bu proje CTP eli ile yürütülüyordu, şimdi buna yeni bir aktör katılmaktadır…
***
Geçmişte devrimciler tarafından CTP yönetimine yöneltilen “uyarılara” kulaklarını tıkayan “bağımsız” entellektüellerin; geçmişte bizim CTP’yi “uyaran” dilimizi, bugün yeni partiyi topluma kötüleyen bir biçim altında sahaya sürmesi, beyhude bir kandırmacadan ibarettir. Tehlike her zaman CTP’ye yönelik bir tehlike idi. Belli bir zamanda belli bir özneye hitap eden doğru bir tespit, bambaşka bir zamanda bambaşka bir özneye yönelik olarak tekrarlanamaz.
Bugün “bağımsız” entelllektüeller, CTP’nin tehlike altında olduğu bu durumda uzattıkları yardım eli ile, kendi bağımsızlıklarını tırnak içine aldıklarını ve CTP ile kendi kaderlerini geçmişte hiç olmadığı kadar ortaklaştırdıklarını göremeyecek kadar korkmuş görünüyorlar.
Bu korku, onların aslında hiçbir zaman iddia ettikleri gibi bağımsız olmadıklarını ve CTP’nin dışındaki işlevlerinin “içerde” yürütecekleri bir faaliyetten daha faydalı olduğu için “dışarda göründüklerini” iddia eden devrimcilerin haklılığını ispatlamak dışında bir sonuç vermiyor…
Aslında esas korkmaları gereken de bu durumun kendisi…
Münür Rahvancıoğlu
Baraka Aktivisti