İçinden geçtiğimiz kriz ortamında; genel olarak özel sektör emekçileri, özel olarak da Türkiye kökenli emekçilerin maruz kaldığı sınıfsal saldırılar emek eksenli bir direnişi acil bir ihtiyaç olarak gündeme getirmektedir. Dönemin bu güncel görevini yerine getiremediğimiz takdirde, tepkisel bir kimlik siyasetinin neo-faşist kanallardan yükselmesi kaçınılmaz olacaktır.
* Bu durumu çok yerinde tespitlerle analiz eden ve 7 Ekim 2018 tarihinde Gaile dergisinde yayınlanmış olan aşağıdaki yazıyı, yazarının izniyle yayınlıyoruz.
ADL
Ülkenin gidişatı Türkiye kökenli emekçilerin ciddi bir kısmını YDP’ye yönlendirme potansiyeline fazlasıyla sahiptir. Yakın gelecekte YDP’nin vekil sayısı üç-dört kat artarsa hiç de sürpriz olmaz.
Kuzeyin en güçlü siyasi partisi olan UBP, memleketi uzunca bir süre Türkiye ile iyi ilişkiler kurarak ve Türkiye’nin dilinden “iyi anlayarak” yönetti. “Rum’dan dost olmaz” dedi, aksini savunanları ekmek korkusuyla “yola getirdi”. UBP’nin “değişim” diye bir iddiası yoktur, çünkü en uzun süre iktidarda kalan parti kendisidir ve memleketteki çoğu adaletsizliğin bu hallere gelmesinde UBP’li hükümetlerin payı çok büyüktür. Dolayısıyla UBP “değişim” demiyor. Fakat ne acıdır ki UBP’nin içinde olmadığı hükümetler göreve geldikleri zaman seçim öncesinde sosyal refaha, sosyal adalete ve demokratikleşmeye dair verilen sözler yerlerini “ekonomik kriz var”, “sistem hantal”, “kurumlara söz dinletemiyoruz” ve benzeri mazeretlere bırakıyor. YDP, giderek güçlenen, toplumda pek çok kesimi “bunların oyları artarsa ne yapacağız?” şeklinde endişelere sevk eden, öyle ya da böyle önümüzdeki dönemin sözü geçen siyasal aktörleri arasında yer alacak olan bir partidir. Aslına bakacak olursak, YDP’nin önümüzdeki yıllarda oylarını artırıp hükümete gelmesi durumunda, memlekette zaten hali hazırda yıllardır bulunan sorunlara sıfırdan yepyeni sorunlar katacağını iddia etmek biraz zor. Çünkü YDP’nin suçlandığı pek çok konuyla ilgili olarak diğer partilerin yer aldıkları hükümetlerin de, ülkenin siyasi liderleri tarafından inşa edilen sosyo-politik kültürün de gözleri mertek doludur. Yeniden Doğuş Partisi katıldığı ilk genel seçimde iki vekil çıkararak meclise girdi. Son yerel seçimlerde ülke genelindeki belediye meclis üyesi sayısında üçüncü sıradaki partiye çok az farkla geçilerek, beşinci ve altıncı sıralardaki partilere ise gözle görülür bir fark atarak dördüncü oldu. Siyasal hayatta toplumun mağdur kesimlerinden yana olumlu bir dönüşüm yaşanması beklentileri hızla azalmaktadır ve bu beklentilerin azalmasına sebep olan siyasal aktörler bir an önce bu yanlış gidişatlarından dönmezlerse, seçim zamanı “biz gelmezsek YDP gelecek” demekle hiçbir şey elde edemeyeceklerdir. Çünkü halktan alacakları cevap “gelsin, hoş gelsin” şeklinde olacaktır.
YDP’nin resmi dili bazı meselelerde gayet sert ve demokratik tolerans açısından çok da arzu edilmeyen bir üslup kullanıyor. Örneğin, açık şekilde “bu sendikaları hizaya getirmek lazım” diyor. Fakat bu öyle bir memlekette oluyor ki, tek başına YDP’yi suçlamak mümkün değil. Örneğin, UBP’li ya da UBP’siz, gelmiş geçmiş hiçbir hükümetin özel sektör emekçilerini adil şartlarda yaşatmak gibi bir önceliği olmadı. Buna rağmen UBP ve diğer partilerin yönetim organlarındaki insanlar, kamu çalışanları hak aradığı zaman sosyal medyaya “özel sektördekiler sürünüyor, bunlar şımarıyor” diye yazıyorlar, iktidardaki parti başkanlarıysa partililerinin bu davranışlarına göz yumuyorlar. Bu konuda YDP’nin gözündeki çöpü görmek kadar, diğer partilerin gözlerindeki çöpleri de görmek şart. Öte yandan, bu memlekette kamu sendikalarını neredeyse hiçbir zaman özel sektör emekçileriyle esaslı ve fiili bir dayanışma içerisinde görmüyoruz, özel sektör çalışanlarının dertlerini kendilerine dert edindiklerine tanık olmuyoruz. Hatta bazı sendikalar, hükümetlere karşı toplumsal tepkilerin zirveye çıktığı anlarda bile hükümetlerin bazı tekliflerini havada kapıyor ve “tak” diye anlaşıveriyorlar. Dolayısıyla, resmin bütününde ne sendikalar ile alıp veremediği olan tek siyasi lider Sayın Erhan Arıklı’dır, ne de toplumun sendikalara duyduğu güven iç açıcıdır.
Sayın Arıklı’nın yıllar önce yazdığı bir yazı sosyal medyada sıklıkla gündeme geliyor ve eleştiriliyor. Yazı eskiden yazılmış ama genelinde toplumun bir kısmını ürpertici biçimde hedef alan, bir akademisyenin insanlığa duyması beklenen saygıya yakışmayan, kabul edilmesi de hiç mümkün olmayan bir üslup var. Ancak, unutmayalım ki bu memlekette gün gelmiş Rahmetli Rauf Raif Denktaş “Biz Türk’üz, Kıbrıslı olan Kıbrıs eşeğidir” ve “gelen de Türk, giden de Türk” demiştir. Sayın Derviş Eroğlu “Kıbrıs Türkü bozuldu, gençlerimizi anavatan Türkiye’nin gençleriyle evlendirip kendimizi düzeltelim” demiştir. Sayın Mehmet Ali Talat “ben evladımın bir Kıbrıslı Rum ile evlenmesini istemem” demiştir. Bazen Ankara’nın baskıları karşısında, bazen de oy hesaplarıyla, bu sistemin ana-akım siyasal aktörlerinin çok büyük bir kısmı (elbette hepsi değil), “Türklük” sanki “ispat edilmesi” gereken bir özellikmiş gibi davranmıştır ve YDP geleneğini siyasal sahneye çıkaran faktörlerden biri de bu olmuştur. YDP’nin en çok konuşulan isimlerinden bir diğeri Sayın Bertan Zaroğlu’dur. Meclis’teki yemin töreninde sevgili Doğuş Derya’ya karşı sergilediği tavrı kabul etmek imkânsız, ancak bu tür davranışları başlatan yine YDP değil. Sayın Hüseyin Özgürgün’ün mecliste Sayın Özkan Yorgancıoğlu’nun üzerine yürüyerek kendisine “ne var be ama? Erkeksin sen?” dediğini unutmamak gerekir.
YDP ile ilgili bir diğer eleştiri “Türkiyeli-Kıbrıslı ayrışmasına yol açtığı” yönündedir. Buna “hayır açmıyor” diye cevap vermek zor, ancak UBP’nin ve rahmetli R. R. Denktaş’ın yıllarca bazı kesimleri Türkiye kökenli vatandaşlara hedef göstererek “bunlar Türkiye’yi ve sizi istemezler” dediklerini, “iktidara gelirlerse sizi gemilere koyar gönderirler” dediklerini ve bu ayrıştırmayı daha yıllar öncesinden başlattıklarını unutamayız. Ayrıca Türkiye kökenlilere hissettirilen bazı tatsızlıkları, örneğin haklarında “K”, “G” ve “F” harfleriyle başlayan malum aşağılayıcı kelimelerin milliyetçi, solcu, liberal ya da apolitik, çok sayıda Kıbrıslı tarafından “normalmiş” gibi kullanıldığını yok sayamayız. YDP, Afrika gazetesine fiziksel saldırıda bulunan insanlara sahip çıkmakla da itham edilmektedir ki gerçekten çıkmıştır. Ya UBP? UBP’nin bazı ileri gelenleri o gün bizatihi olay yerindeydiler. Göstericilerin bazılarının cam-çerçeve kıracak kadar ileri gidebileceğini tahmin edecek tecrübeye fazlasıyla sahip olmalarına rağmen. Orada “ispat-ı vücut” etmeleri ateşe benzin dökmek değilse neydi? Peki ya dörtlü koalisyon hükümeti? Onların atadığı Şartlı Tahliye Kurulu’nun oybirliğiyle aldığı serbest bırakma kararı kime sahip çıkmış oldu?
YDP’nin toplumda en çok karşılık bulan yaklaşımı, “biz ikinci sınıf duruma düşürülenlerin sesiyiz” benzeri söylemleridir. Bu yaklaşım dönüp dolaşıp kökene dayalı bir siyasal anlayışa ulaşmaktadır ve UBP ile hükümetin bazı yanlışları sayesinde çok sayıda insanın gönlünü kazanmaya adaydır. Bu memlekette sınıfın kökenle ilgisi yoktur. Alt katmanlardan olan Kıbrıslılar da Türkiyeliler de “ikinci sınıf” insan muamelesi görür, üst katmanlardan olan Kıbrıslılar ve Türkiyeliler ise “birinci sınıfı” oluşturur. YDP’nin bu söyleminin ulaştığı nokta, Marksizm’in “yanlış adres” kavramına uymasına rağmen, ciddi bir seçmen kesiminden kabul görmeye adaydır. Marksist öğretide, emekçi kesimlerin sınıfsal kimlik yerine köken etrafında birleşmeleri “yanlış adrestir”. Çünkü emekçiyi haksızlığa uğratanlar güçlerini kökenlerinden değil, egemen sınıftan olmalarının getirdiği olanaklardan almaktadırlar. Ancak Türkiye kökenli bir emekçinin tercihini YDP’den yana kullanması buna rağmen son derece anlaşılırdır. Asgari ücretli özel sektör çalışanı, ister Kıbrıslı olsun, ister Türkiyeli, hali resmen haraptır. YDP’nin emekten yana sınıfsal mücadele vermek yönünde sol bir iddiası yoktur, fakat Türkiye kökenli emekçilerin önemli bir kısmı, “ikinci sınıf muamele görenlerin sesiyiz” diyen partiye, yani YDP’ye yönelirlerse, bunu kendilerince haklı sebeplere dayanarak yapacaklardır.
Bu memlekette ekonominin esas yükünü sırtında taşıyan asgari ücretli özel sektör çalışanlarının ya da sistemin mağdurları arasında olan işsizler ve sosyal yardıma muhtaç insanlar gibi kesimlerin siyasal arenada ya da diğer mücadele alanlarında hiçbir söz hakları yok. Örneğin özel sektör çalışanlarının fiilen sendikalaşma hakları yok. Bundan ötürü de özel sektör çalışanlarının örgütlü ve siyasal bir öznelliği de yok. Bu insanlar seslerini duyuramadıkları için, çoğunluğu sözlerini günü gelince ancak ve ancak sandıkta söyleyebiliyorlar. Bunu yaparken haklı olarak tepkisel reflekslerini de dinliyorlar. Bütün bu şartlar köken motivasyonuyla da birleşerek Türkiye kökenli emekçilerin ve Türkiye kökenli mağdur kesimlerin ciddi bir kısmını bir sonraki seçimlerde YDP’yi desteklemeye itmeye adaydır. Elbette, her Türkiyeli yurttaş YDP’ye oy verecek değildir. Ancak bu memlekette, köken ayırt etmeksizin her asgari ücretli de, her sistem mağduru da, “ben sürünürken birileri niye sefa sürüyor?” sorusunu kendi kendine sormaktadır. YDP işte bu noktada kendisini Türkiyeli emekçilerdeki ve Türkiye kökenli diğer sistem mağdurlarındaki bazı tepkilerin siyasal temsilcisi haline getirmektedir. Siyasi aktörler Kıbrıslı, Türkiyeli, Pakistanlı, Vietnamlı ya da Moldovalı demeden tüm emekçiler için mücadele vermedikçe (ki şu an meclis dışında olan Bağımsızlık Yolu ülke ve köken ayırt etmeksizin emekçi sınıfı adına siyasal mücadele yürütmektedir), hiçbir Türkiye kökenli emekçiyi kendine en yakın gördüğünü seçti diye eleştiremeyiz.
UBP şu ana kadar “Türklüğü” en az sorgulanabilen parti olduğu için Türkiye kökenli yurttaşların büyük bir kısmının gönlünü kazanmayı başarmıştı, ancak film burada bitiyor. Şimdi isteyen, UBP’nin de “Türklüğünü” sorgular ve UBP’yi tam da kendi silahıyla vurur. Mevcut hükümet ise “UBP’nin yıktıklarını onarma” noktasındaki inandırıcılığını kaybetmektedir, çünkü bir sonraki seçimler geldiği zaman hükümetteki partilerin liderleri bugün emekçi kesimlerin yaşadıkları mağduriyetler karşısında duyarlı olmamalarının gerekçesini “ne yapalım ekonomik kriz vardı” diye göstererek kendilerinden sosyal adalet bekleyen hiç kimseyi inandıramayacaklardır. Ayrıca UBP’nin ve diğer partilerin bazı bakanları, görevdeyken durduk yere “ekmek bulamazlarsa pasta yesinler” mealinde potlar kırarak memlekette “ikinci sınıf” muameleye maruz kalan insanların tepkiselliğini daha da alevlendiriyorlar. Bu insanların Türkiyeli olanları YDP’ye yöneliyorlar diye suçlanabilirler mi? Ülkenin gidişatı Türkiye kökenli emekçilerin ciddi bir kısmını YDP’ye yönlendirme potansiyeline fazlasıyla sahiptir. Yakın gelecekte YDP’nin vekil sayısı üç-dört kat artarsa hiç de sürpriz olmaz.
Şevki Kıralp