Geçti içimizden biri koca denizi
Gide gide buldu yeni bir kara
Bir sürü insan koştu ardından
Orada şehirler kurdular alın teri ve akılla
Ama ekmek satılmadı eskisinden ucuza*
Yakın tarihimizin en çalışkan kurumlarından biriydi devlet üretme çiftliği… İhtiyaca göre itina ile üretilen otonom, federe gibi modellerin ardından yeni bir devlete daha imza koydu otuz bir yıl önce bir 15 Kasım’da. Adına cumhuriyet dendi… Doğum günü, tankların sokaklarda gezdiği bir bayram ilan edildi. İşi ayrı bir ulusal marşa kadar vardırma cürretini gösteremese de, anasının elini bırakamayan bir bayrak göndere çekildi. Ders kitaplarına bağımsızlık şiirleri eklendi, bir iş bulacak kadar şanslı olanlara tatil verildi. Hepimize hayırlı, uğurlu ola da ekmek satılmadı eskisinden daha ucuza…
Milliyetçi söylemlerin ve toplumsal hafızasızlaştırmanın üzerine inşa edildi bu yapı. Düşmanlık tohumları serpildi kardeş kanıyla sulanmanın acısındaki toprağa. Ve savaşın travmasını iliklerinde hisseden insanlar, barış dolu yarınlar düşüne uyutuldu yıllarca. Yeniye giden yolda eskiden bir şey de kalmamalıydı; asırlık köy isimleri, kültürel özellikler taşıyan ölçü birimleri, kişiliğin bir parçası olan soy adlar, hatta gündelik konuşma, ithal bir değişime uğradı. Çatlak sesler, baskıyla ve tehditle ayıklandı, geriye kalanlar da mammayla hizaya alındı ya da çaresiz bırakılarak asalaklaştırılmaya çalışıldı. Arkası olmayanlar için çoğu şey iyi gitmiyordu bu cumhuriyette belki ama iyi bir propoganda yeterliydi onu ayakta tutmaya…
İyi bir propogandacı
Bir mezbelelikten sayfiye yeri çıkarır.
Yağ bulunmaz olmuşsa
Kanıtlar ince belin insanı nasıl güzelleştirdiğini.
Onun “otoyol” deyişini duyan binlerce kişi
Sevinir otosu varmış gibi.
Açlıktan ölenlerin ve şehitlerin mezarına
Defne dalı diker ama daha önce zaten
Barış demiştir o, toplar geçerken*
Aradan yıllar geçti, halk hep birilerini indirdi, birilerini seçti. Arayıp bulamadığı belki onurlu bir sesti. Bu arada işbirlikçiler hem yedi hem yedirdi. Tüm bir halka yetip de artabilecek üretimler değersizleştirilip yok edildi. Üreten beyinler göç ettirildi. Denizler, dağlar, dereler, ormanlar sermayeye peş keş çekildi. Halkın hakları piyasanın insafına teslim edildi. Yozlaşmanın sembolü kumarhaneler ve köleliğin yaşandığı kerhaneler vergi kaynağı olarak görüldü. Yolsuzluk, hırsızlık, kadına yönelik şiddet aldı başını yürüdü. Gencecik insanlar trafik veya iş cinayetlerinde hayatlarını yitirdi. Yoksullaştırılan kitlelere, haklarını aramak yerine sadakalarla idare etmesi tembihlendi. Bir halk topyekün aşağılandı; besleme ilan edildi. Halkın, yüzlerce yılın süzgecinden geçmiş olan inanış biçimleri sorgulandı, sorgulanmakla da kalmayıp değiştirilmek istendi… Cumhuriyetçik tüm bunlara karşı kılını kıpırdat(a)madı, halkı, her geçen gün mutsuzlaşıyor, umutsuzlaşıyordu ama o yine de yaşasındı…
Hülasa, adına devlet denen bu cumhuriyette, zaten yarısından çoğu ülkesini terk edip gitmiş bir yarım halk, her türlü baskıyla yok edilmek istendi. Ancak yine de ekmeğini bölüşmesini bilenleri, ekmeğin daha ucuza satılacağı günlere inancını yitirmedi.
Irmakların suyu taşları sürükler
Bir gün silinip yok olur zorbalar
Alır büyüklerin yerini küçükler
Gece uzun da olsa güneş mutlak doğar*
*Şiirler: Bertolt Brecht
Nazen Şansal – Baraka aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.