Belki net bir tarih verilemez ama sanırım 2010’lu yılların başlangıcına denk düşen bir dönemden beri, Kıbrıs’ın kuzeyinde siyaset yapma biçiminde bariz bir değişiklik yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor.
Fikri ne olursa olsun yaşamı dönüştürme ve biçimlendirme aracı olan siyaset gitgide bir “uzmanlar” sahasına dönüştürülüyor.
Siyasetin öznesi olan sıradan insan, yerini kendisinden başka kimsenin konuşamadığı ancak konuşmanın da dışında birşey yapmayan “uzmanlara” bırakıyor.
Parti başkanlarından gazeteciye kadar bu “uzmanlık” mottosu etrafında şekillenen siyaset ister istemez pratikten kopuk bir bir “akademik tartışma” alanına dönüşüyor.
Siyasetin son dönemlerde yaşadığı yoğun akademisyenleşme bu değişimin göstergelerinden biri.
Bundan ayrı siyasetle ilgilenen birçok kişide rahatça farkedilebilen şekilsel bir akademikleşme kaygısı da bu değişimin bir başka boyutu.
Bu kesimlerin siyaset pratiği yaşadığı ana bir gözlemci olarak bakıp yorum yapmaktan öteye gitmezken, etkiledikleri alan da böyle şekilleniyor.
Basın açıklamasından öteye gitmeyen partiler, sosyal medya dışında varolmayan hareketler, yazdığı yazılarla kitlelere akıl verme lütfunda bulunan örgütsüz aydınlar, yurtdışında toplantılara katılan ancak kendi memleketinde toplanacak insan bulamayan parti temsilcileri, ara bölgede AB üstüne konuşan uzman projeciler vb.
Kısacası eylemden yoksun eylemek üstüne tartışmalar ve tüm bunların sonucu olarak da umutsuz ve yılgın kitleler.
Siyasetteki liberal dalga bu durumun etmenlerinden biri.
Son dönemlerdeki “Reddediyoruz” istisnası dışında umut vaadeden kitlesel bir hareket maalesef yakalanabilmiş değil.
Solun çoğunluğuna sirayet eden bu pratiksizlik, mevcut düzenden rahatsız olmayan sağcı kesimler için ise çok kullanışlıdır, çünkü tartışmaktan öteye gidemeyen hareketler mevcudun değişmesi için ortaya koyamadıklarıyla bu kesimlere devamlılık imkanı sağlamaktalar.
Kıbrıs sorununda son gelinen aşama ve bu aşama üstüne yazılıp çizilenler de buna bir örnektir.
Gelin son sürecin nasıl şekillendiğine bir defa daha bakalım.
Seçim sürecinde Akıncı’nın etrafında yaşanan sokaktaki toparlanma, seçim sonrası kendini işi gücü bırakmış ve müzakerelere endekslenmiş bir halde buldu.
Kıbrıs sorununun “aciliyeti” diğer toplumsal sorunları büyük oranda görünmez kıldı.
Ancak bu aciliyet bir yapaylık üstüne inşaa edildi.
Müzakerecileri cesaretlendirmek için yapılar kuruldu, bu yapılar müzakerecileri ziyaret etti, sonra kalktı müzakerecilerin peşinden defa defa İsviçre’ye gitti, orda çekilen videolarla sosyal medya üstünden yapay heyecanlar yaratıldı, toplum gece yarılarına kadar video bekler oldu, gazeteciler bunları yazdı, yapılan nadir ve küçük eylemler hep müzakerelerle ilgili oldu ve nihayetinde bu sürece göre gönlü kalkıp oturan bir barışçı kitle oluştu. Hal böyle olunca çöken süreçle birlikte moraller de çöktü tabi.
Kıbrıslı Türklere böyle bir siyaset tarzı kazandıranlar, şimdi de yaşanan çöküş sonrası “biz zaten önceden söylemiştik” edalarıyla parça parça çözüm için yazıp, çizip, konuşuyorlar.
Peki; bir anlamıyla aşağıdan bir barışa vurgu yapan bu parça parça çözüm, nasıl gerçekleşecektir, belirli konu ve mekanlara sıkışmış akademik tartışmalarla mı?
Bu konuşkan çevrelerce pek görülmese de yaşamı şekillendirme aracı olan fikirler, somut ve maddi güçlere dönüşmedikçe, yani örgütlü kitlelerce sahiplenilmedikçe soyutta kalırlar.
Siyasal bir güç olmadıkça aşağıdan bir barış mücadelesi somuta nasıl dönüşebilir peki?
Sadece Kıbrıs sorunu hakkında konuşarak değil elbette.
Halkın Kıbrıs sorununda ortaya koyduğu ve koyacağı tavır gündelik yaşamıyla ilgili beklentilerinden bağımsız düşünülmemelidir.
Yani Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Elenlerin birarada yaşamak için ortaya koyacakları tavır öyle “barış uzmanlarının” iddia ettiği ve beklediği gibi ahlaki ve entellektüel sebeplere dayanmayacak.
Halkların barışı yaratma istenci öncelikli olarak geçmişiyle yüzleşmek gibi etik gailelerle değil, daha iyi bir geleceğe sahip olma istenciyle gerçekleşebilir.
Annan Planı döneminde on binlerce Kıbrıslı Türkü aylarca sokaklara çıkaran da buydu.
O dönemin sosyo-ekonomik gelişmelerine bakılırsa bu rahatça görülebilir.
Kıbrıslı Türkler içinde o dönemin şartlarında yanlışı ve doğrusuyla her anlamda refah seviyelerinde artış olacağını düşünen ve bugün de kısmen aynı tavrı sürdüren bir barış ve birleşme yanlısı kesim oluştu.
Yani halkın yarın için isteyebileceği ile bugün sahip olduğu arasında somut maddi bir ilişki vardır ve bu ilişkiyi dikkate almayan bir siyaset biçimi soyutta kalmaya mahkum olacaktır.
Dolayısıyla Kıbrıs sorununu ne kadar acile yollasanız da, hayatın gündelik akışı içindeki sorunlar sıradan insanlara daha acil geliyor.
İşsizlik, düşük ücretler, kötü şartlarda çalışmak, barınma, sağlık, eğitim…
Tüm bunlar yakıcı sorunlar ve Kıbrıs müzakereleri ne aşamada olursa olsun hayatın merkezinde yer alan konular.
Bugün bunlarla ilgili bir siyasal çalışma yürütmeden fikirsel kaygılarla insanlara Kıbrıs sorununun aciliyetinden dem vurmak havada kalacak bir söylemden öte değil.
Gerekli olan Kıbrıs’ta barış ihtiyacının gündelik sorunlarla ilişkisini gösterebilmektir ve bu, gündelik sorunlarla ilgili bir uğraş içine girmeden mümkün değildir.
Bundan ötürü halkın Kıbrıs sorunuyla ilgili son durumu dert edinip sokağa çıkabilmesi, bu yönde beklentisi olanların halkın sorunlarını dert edinmesine bağlıdır.
Bunlar olmadığı sürece, konuşmaktan öteye gidemeyenler bir tarafta, türlü sorunlarla boğuşan halk başka bir tarafta birbirlerine uzaktan bakmaya devam edecekler.
Eskiyi yıkıp yeniyi kurmak halktan kopuk “uzmanların” yüce fikirleriyle değil sıradan insan kitlelerinin örgütlü eylemiyle olur.
O insanlara ulaşmak için uğraşmadığınız sürece esas sizin söylediğiniz laf-ı güzaftır.
Ali Şahin
Bağımsızlık Yolu Örgütlenme Sekreteri