“UZAKLAŞTIRILAN” İNSANLAR VE SOL -ALİ DOĞANBAY

ÜÇÜNCÜ ÇOĞUL KİŞİSİ ÜZERİNDEN “UZAKLAŞTIRILAN” İNSANLAR, COĞRAFYALAR, ÜLKELER VE BUNU YENMEYE ÇALIŞABİLECEK BİR SOL 

Bu aralar alenen faşistlik ve anti-demokratlık yapamayan bütün insan zihinleri hareketlenmelerinin ve politikalarının en sevdiğim tümcesi: Bunlar.. Bunlar’ı cümlenin hangi güzide yerine koyarsanız koyun, ki güzide olması tamamen sizin zihinsel debelenmenizden, hem kendinizi fena halde mağdur, hem fena halde haklı, hem de dünyanın bütün kötülüklerine karşı tek başına kavga veren bir demokrasi timsali gösterebiliyor. Ayrıca şöyle bir güzelliği daha var; sana benzemeyen herkesi de(yani tamamen senin istediğin gibi olmadığı için) aleni kötü, ve hatta çıkarcı, ve hatta demokrasi düşmanı, ve hatta darbeci, ve hatta “onlarla beraber” edebilen, ve edebildiği için “bunlar” olan, çok anlamlı, çok uluslu, çok örgütlü, çok işe gelebilen, ve hatta terör örgütü kıvamına dahi getirilebilen, ve yani bütün kötülüklerin anası sayılabilecek (alkolden bir dem rakı kadehi eksik kötülükte) saydırılabilecek bir tümce..Faşizmin yeni öznesi, günaydın Kıbrıs!

Şimdi birazcık “bunları” anlatalım. Kimdir be bunlar?

“Bunlar”, genelde “onlarla“ işbirliği yapan, ve durmadan “bizim” büyümemizi istemeyen, çünkü bir serpilme gerçekleşecekse bunu ancak bizim ninni bilen ellerimiz yapabilir, bizi engellemek, iş yapmamızı sağlamamak için sabahtan akşama kadar türlü planlar yapan ve bunun için her türlü yolu deneyen kötüler.. Aslında asıl kötücül damar cümlenin içinde filiz atıyor. Filiz atması mühim değil. Doğada temizlenmesi ve hatta doğada yeniden filizlenip başka bir biçimde türünü sürdürmesi zor değil. Fakat insan zihninde ve algısında temizlenmesi, değiştirilmesi ve yeniden boy atması çok zor.. Asıl insan zihnine zararlı olan, bunu, “bizden” başka kimsenin yapamayacağı, “doğruyu” ve “hakkaniyeti” sağlayamayacağı, alttan alta da kendisine inanan kitleye ancak bana benzersen seni “sevebilirim” seni “anlayabilirim” ruh halinin yansıtılmasıdır. Benden başka biri, bir dil geliştirip boy atsın diye uğraşıyorsa da “kötüdür” “fenalık peşindedir” “muhakkak dış mihraklar” ile/veya “muhakkak iç mihraklarla işbirliği” içindedir siyasetçiliği yansıtılır. İnsan düşünmeyi pek seven bir tür olmadığı için, yansıtılmayı sever, Hitler’in zaferi Almanya’nın gücü değil, Alman toplumunun yansıttığıdır.

“Bunlar” demeye başladığınız ilk andan itibaren, üstünü örtmeye çalıştığınız hatalarınızdır, pek demeye cesaretiniz yoktur, çünkü siz hep haklı olmayı seversiniz. İstediğiniz gerçek değildir. Aynada yüzünüzü kızarttığı halde aynadan bir pamuk prenses sahtekarlığı istersiniz. Bazen duymak istediğiniz, gördüğünüzden daha gerçek gelir. Zaten bütün faşizmler de böyle böyle gelir. Böylece, hem kendi kötülüğünüzü bertaraf etmiş olursunuz hem de “bunlarla” “onları” aynı torbaya koyarak, bunlar da bizim gibi duygusu geliştirmek istersiniz. Nedir o; şudur, bunlara inanmayın, bunlar da benim gibi sahtekar, yalancı, sol kisvesi altında sizi kandırıyor, bunlar da sağdan “beslenen” Ankara’ya tamahkar, şükrancıl,  bunlar da maaşlarınızı ödeyemez, bunlar da yer, bunlar da “ben” gibi. Evet, “bunlar” diyen her yalancının gizli öznesi, ben’dir.. “Ben”in yalancılığını, kalleşliğini, iki yüzlülüğünü örtbas etmek için bulunmuş bir tümcedir; “bunlar.” Bunlar diyene bakınız, dünyanın her yerinde aynı yalanı söylerler, aynı yönteme başvururlar, ve halklarını “uyutmak” için hep bu yola girişirler. Bu yolu yeniden kurmak ise hem görevdir, hem de insani bir vasıftır!

Onlar eğer yenilirse sebebi hakemlerdir. Muhakkak birileri onlara “tuzaklar” “oyunlar” ve “sırtından hançerlenen düellolar” kurmuşlardır. O yüzden yakından bakmayınca, bazı sağı bazı solla, bazı solu ise bazı sağla karıştırırsın. Bazen bir camiyi bir bankaya benzediği için bile tuhaf bulabilirsin. Ve bir Cuma günü o caminin yanından geçersen “bunların” “hepsini” oradan çıkarken görürsün. Evet, “hepsi oradaydı” ama “hiçbiri orada olduğunu” demeye bile cüret edemeyecek kadar “korkak” olurlar günü bir gün. Günü bir gün geldiğinde bunlar korkmasın diye de, yeni bir yol çok gereklidir.

O yüzdendir ki, Suriyelileri iftar çadırının önünde beklerken sopayla dövenler bunlardır. Bunlardır ki, Diyarbakır’daki bir acıyla İzmir’deki bir acıyı aynı havanda dövecek kadar esaslı insan kalbi taşımazlar. Ortadoğu’nun kangren yalnızlığını fazla sıkıcı, kaba, ilkel ve çağdışı bulan bunlardır, ve bunun için sabahtan akşama kadar insan yanımıza –Bunlar Arap diye saldırırlar. Onları sadece kelle kopartan, dünyanın gerisinde kalmış, zavallı insanlar olarak gören bunlardır ve onların da insan yanlarından bahsetmemizi asla istemezler. Ama bir kere daha yüksek sesle söylüyoruz ki, bu duvarlar, bu insanlar birbirlerinin seslerini duymasın diye insan zihinlerine öyle boktan örülüyor ki. Yenidünyanın, artık dünyamızda sınırlar yok, global bir köyde yaşıyoruz, sosyal medyayla artık dünya daha özgür dediği tam da buraya gelip tıkılıp kalmamız için bulunmuş bişey: coğrafyalar birbirinden uzaklaşıyor, insanlar birbirini tanımıyor, sürekli bir “bunlar” ve “onlar” var, ve ikisi arasında kurulacak “en insani köprü” önce zihinlerde havaya uçuruluyor! O köprü ki hem tarihi hem de insani yolumuzdur, kuracağız!

Bugün Türkiye’de yaratılan ve gitgide korkunç derecede büyüyen Suriyeli-Arap düşmanlığı, sen istediğin kadar politika üret, insan zihinlerinde muazzam bir tuğlayla kocaman bir faşizm gökdeleni oluyor.. Ama, keşke anlasan, sen, canım kardeşim, Kıbrıs’ta da Türkiyeli olduğun için, ve tamamen senin dışında bir durum olduğu halde, sırf “onlar” “bunlar” dedirtmek için ve kendi “kötülüklerinin” üstünü “örtmek” için sana da yapıldığını hatırlamıyor musun? En azından şimdi, aynı tümcenin kalıbını görünce, bunun aynı faşizmin tuğlaları olduğunu niye anlamıyorsun?

Duvarlar çok keskin. Bu insanları yakınlaştırmak, birbirine dokunmasını sağlamak ve oradan “ortak kötüyü” görmek için, çalışmalı politika. Politika diyorum, özellikle, politika diyorum.

Ama eğer adına sol denen bir “kisve partisi” yeni siyaset biçiminin tümcesini “bunlar” üzerinden kuruyorsa korkuyorum. Korkuyorum, çünkü “bunlar” faşizmin tuğlalarıdır. Bunlar, Suriyelileri, Arapları, Kürtleri, Kıbrıslı Türkleri, ve hatta bizatihi Türkiyelileri, hepsini aynı “torbanın içinde” birbirine “düşman kılmak” “uzaklaştırmak” için yarıştırır. Gerçek, sahici, demokratik bir politika ise “bunları” yan yana getirmek, birbirini anlamak ve birbirine anlatmak için çabalar.

O yüzden bunlara, yazarken, konuşurken, tümce içinde Kürtler, Araplar, Aleviler, Ortadoğu vs dediğiniz zaman dünyanın en akıldışı cümlesini kurarlar; Tamam da, Kıbrıs’la ne alakası var bunların. Evet, bunların; ki, siz o tuğlaları büyütüp duvarları daha da büyütmeyesiniz, biz “insan seslerini” duyalım diye diyoruz. Ki, sol, dar alanda kısa paslaşır mı, mümkün değil. Diyeceğiz, hep!

Onların tam da istediği bunlardır ki, biz Mağusalı Lefkoşalı kavgası yapalım, mahallemizi tutalım, hatta mahallemizin takımını tutalım, hemen arka mahallemizin takımıyla kavga edelim, durmadan insan olan ne kadar yanımız varsa, bölünelim, bölünelim, bölünelim. Başka seslerle ilgili hiç kulak aşinalığımız, kardeşliğimiz, ortak bir acımız olmasın. Çünkü bunlar bir de en çok, ortaklıktan korkarlar, insani kokan bir terin ortaklığından..

Ama birleşeceğiz kardeşim. Birleşeceğiz ve birlikte yaşamanın yollarını bulacağız. Çünkü, sen nerede durursan dur, senin durduğun yeri anlamlı kılacak tek şey; başkasının durduğu yeri ne kadar anlayabildiğinle. Anlayacağız, çünkü anlatacağız.

Kıbrıslı Türklerin barışı, ülkesi, demokrasisi, emeği, hukuku, anayasası ve bir “adının olduğu” gün, Ortadoğu’nun, Kürtlerin, Alevilerin, Arapların ve tabi “tuğlaları tek tek kırıp” duvarları aştığımızda bütün o “başka sesleri” duyduğumuz, yani evet “bunlara” vardığımız sabah olacak..

Ha, yani, cümlenin sonu, yazının da ana fikri olsun, başta diyeceğimi sonda diyeyim, bizim İTTİFAK’tan da anladığımız budur: Bunlar, değil. Sen, yanlış anlamışsın..

 

 

Be the first to comment

Leave a Reply