Kimine göre koskoca denilen ama yaşayanların hiçbirşey anlamadan geçti dediği eğitimde üç aylık yaz tatilinin sonuna yaklaşıyoruz. Her yıl bir sınıf dolusu çocuğu, ama öyle sözün gelimi değil gerçekten kalabalıktan sınıfı dolduracak sayıda çok olan çocuğu, bilgisinin ve vicdanının yettiği kadar eğitmiş olmanın yorgunluğunu atmak için bir mola verdi öğretmenlerimiz. Kimisi gerekli kimisi müfredat gereği birçok yeni bilgi edinmiş çocuklarımız da, umuyoruz ki daha fazla oyun oynadılar, daha fazla sosyalleştiler, daha fazla gezip daha fazla eğlenebildiler üç ay boyunca. Ancak veliler muhtemelen biraz daha fazla zorlandılar. Kimi kendi işlerkençocuğuna kimin bakabileceğinin derdini çekti, kimi çocuğuna nasıl kaliteli zaman geçirtebileceğini araştırdı durdu. Çünkü hükümet dediğimiz, öncelikli politikalarından olması gereken tüm çocukları sahiplenip onları ihmal ve istismardan korumak, geleceklerini güvenle kurmak görevini yerine getirmiyor. Asgari ücretin bir aile geçindirmeye asla yetmediği günümüzde üstüne bir de döviz krizi gelince, ebeveynlerin çocuklarının geleceği için duydukları endişe, bugünlerini nasıl kurtarabilecekleri bir sorunlar silsilesine dönüşüyor.
Bu yazıda değinmek istediğim ise, bunca ekonomik sorun arasında çocuklarımızın karınlarını doyurup sırtlarını giydirmenin yanı sıra, onların duygularını da doyurmayı unutmamız gerektiği. Ama öyle kuru kuruna doyurmak değil, gerekli ve kaliteli duygularla. Şöyle düşünelim; çocuklarımızın ihtiyaçlarından daha az veya kötü, ilaçlı, bozulmuş yiyeceklerle beslenmesini istemeyiz. O zaman, ihtiyacından daha az veya fazla sevgi, ilgi, şefkat göstermek veya göstermemekten de kaçınmalıyız. Nasıl ki mevsim şartlarına uygun kıyafetler giymeleri için onlara yardımcı oluyoruz, insanlara karşı doğru duygular besleyip doğru iletişimler kurabilmeleri için de gereken özeni göstermeliyiz.
Gün içinde başımızdan çeşit türlü olay geçiyor hepimizin. Gülüyor eğleniyoruz, kızıyor kırılıyoruz. Ve bu yaşadıklarımızı birileri ile paylaşmak da iyi geliyor herzaman. Anlattıkça daha çok gülüyoruz. İçimizi döktükçe küçültüyoruz sorunlarımızı. Paylaştıkça buluyoruz çözüm yollarını. Peki bu şansı, iletişim kurabilme şansını, veriyor muyuz çocuklarımıza? Komik gelmeyebilir belki size arkadaşları ile oyun oynarken ayakkabısının çıkması, ama gülün en az onun kadar. Mutlu olun buna üzülmediği hatta gülebildiği için. Sizin geçim dertlerinizin yanında ufacık olabilir onun en sevdiği kaleminin kırılması ama anlamaya çalışın onun için önemini.
Öğretmeni ile yaşadığı sorunu, öğretmen ne derse o deyip otoriteyi sorgusuz kabullenmesini istemeyin. Ya da boş ver nasıl olsa gelecek yıl öğretmenin değişecek deyip, sorunlarını çözmek yerine zamana bırakırsa kurtulacağı boş umudu yeşertmeyin ruhunda. Daha konuşmak nedir bilmezken anlatmaya çalışıyorlar bize sevinçlerini, üzüntülerini, sorunlarını. Tüm davranışlarını iyice inceliyor, bu hareketlerle bana ne anlatmaya çalışıyor diye anlamak için canımızı yiyoruz sırf derdini çözebilelim diye. Vakti gelip de konuşunca da fırsat yaratalım duygularını ifade etmelerine ki yine yardımcı olabilelim, ihtiyaçlarına karşılık verebilelim.
Sevmeyi öğretelim en kıymetlilerimize… Ve hayal etmeyi… İnsanı, hayvanı, doğayı ve yaşamayı sevmeyi… Hem de ayırt etmeden sevebilmeyi. İyiyi ve kötüyü deneyimleyerek öğrenmesine yardım edelim ki kendi varsın farkına doğru ve yanlışın. O zaman endişe etmeyiz ancak gelecekte kendine arkadaş olarak seçeceği insanlardan. İnsanların farklılıklarının güzelliğinden bahsedelim her zaman. İnsanların rengi, dini, dili veya bedensel/zihinsel farklılıkları önemli olmasın onun için. Doğuştan gelen cinsiyetinin kalıplarına sokmak için özel çaba sarf etmekten vazgeçelim artık. Cinsiyetine göre ayırmayalım kıyafetinin, eşyasının, odasının rengini, oyuncağının özelliğini. Bilsin ki gökkuşağını aşan daha birçok renk var ve hayatta yer edinebilmek için herhangi birini seçmek zorunda değil. Bilsin ki kendine inanırsa, kendi kabuğunu zorlar ve gereken çabayı gösterirse başarabilir hayallerine ulaşmayı.
Evet okullar açılıyor. Dolayısıyla da okul alışverişi telaşı da başlıyor. Eğitimin ücretsiz bir hak olduğunu düşündüğümüzde maddi boyutun sorun olmaması gerekirken en büyük sorun olduğu gerçeği de bir kez daha vuruyor yüzümüze. Acaba kıyafetine, kırtasiyesine ne kadar gerekecek diye dertleniyoruzdur. Diğer taraftan acaba çocuğumu okula yerleştirebilecek miyim yoksa sınıf kapasiteleri daha ilk günden dolacak mı yine diye endişelenmeye başlayanlar da vardır aramızda. Bunun için yapmamız gereken birçok şey var elbet. Birlik olup mücadele etmek gerek, haklarımızı elde etmenin savaşını vermek gerek. Ama bunu yaparken de, çıktığımız alışverişte pembe ve maviden farklı renkleri de görelim ve gösterelim çocuklarımıza. Kapitalizm dayatması karakter ürünlerinden daha güzel ve kullanışlı ürünler için rehberlik edelim onlara. Gittiğimiz okulda çocuğumuzun öğretmenini, sınıfını, arkadaşlarını seçebilme çabalarımızdan da vazgeçelim. İlk günlerde mümkünse birlikte gidelim okula. Paylaşalım o ilk günlerin heyecanını ve gözlerine bakıp açıkcasöyleyelim çocuklarımıza; “Sana güveniyorum, inanıyorum ve yanındayım, yardımcıyım. Bu hayat senin, dilediğin gibi yürü yolunda.”
Pınar Piro
Baraka Kültür Merkezi aktivisti