Umut, gerek kişisel gerekse de toplumsal yaşamımızda en çok suistimal edilen, üstelik çoğu zaman başka kavramlar yerine yanlış da kullanılan bir kelime…
Kolay değil, son zamanlarda en çok ihtiyacımız olan şey umut…
Kıbrıs sorununun çözülmesini umuyoruz… Yıllardır çözümsüzlüğü ile yaşamımızı belirsizlik ve bekleyişten ibaret bir hale sokan bu büyük düğüm artık çözülsün diye bekliyoruz.
Özel sektörde yaşanan haksızlıkların bitmesini umuyoruz… İnsanca bir maaş, saygı gördüğümüz bir çalışma ortamı, güvenceli bir iş ve huzurlu bir emekliliğe ulaşmak istiyoruz.
Eşit, kaliteli, kamusal ve ücretsiz bir sağlık hizmeti umuyoruz… Önleyici sağlık hizmetlerine rahatça erişebildiğimiz, hasta olduğumuz zaman yolunacak kaz muamelesi görmediğimiz ve en iyi hizmeti en kolay yoldan elde edebildiğimiz bir geleceği arzu ediyoruz.
Eğitim, trafik ve bürokrasi gibi onlarca başlıkta, toplumsal yaşamımızın düzene girmesi ile ilgili birçok haklı isteğimiz, arzumuz var…
Üstelik söz konusu olan umutsa sadece toplumsal/siyasal yaşamdan değil; bireysel yaşamlarımıza da uzanan bir yelpazeden söz etmeliyiz…
Her cinsiyet ve yönelimdeki insanın hiçbir tedirginlik yaşamadan toplumsal yaşamın her alanında görünür olabildiği, kendini ifade edebildiği ve yaşamından keyif alabildiği bir ülke, neden olmasın…
Neden her bireyin kişisel gelişimini sonsuzca ilerletme fırsatlarına erişme şansı bulunmasın…
Yaşamımızdan neden mutlu olmayalım…
Neden hem yüksek hem de derin bir manevi, entelektüel tatmin duygusundan mahrum kalalım…
Bunlar, dünyadaki her insan gibi bizim de hakkımız değil mi?
Peki, yakın bir gelecekte bu saydıklarımızın herhangi birine erişebileceğimize dair umudunuz var mı?
***
Kıbrıs sorununun çok yakın bir gelecekte referandum aşamasına geleceği söyleniyor. Belki de bu gerçekten böyledir. Peki sizin umudunuz var mı?
Özel sektörde sendikalaşma yönünde mücadele yürüten Bağımsızlık Yolu, sendikalaşmanın sağlanması için önerdiği yasanın Meclis’ten geçmesini istiyor. Peki sizin bundan umudunuz var mı?
Sağlığa, eğitime, trafiğe, toplumsal cinsiyet eşitliğine, ekolojik sorunların çözümüne yönelik birçok örgüt; öneriler, eleştiriler, mücadeleler ortaya koyuyor. Peki sizin umudunuz var mı?
Desteklediğiniz, takip ettiğiniz veya onayladığınız kişilerin/örgütlerin/
Yani, “Akıncı Kıbrıs sorununu çözer”, “sendikalaşma yasası Meclis’ten geçmez”, “bu ülkede trafik sorunu çözülmez” veya “sağlıktaki sorunu sadece şu parti sona erdirebilir” gibi öngörüler dışında bir ilişkiniz var mı umut kelimesiyle?
Bir makaleyi okumak, bir eyleme katılmak, bir siyaseti onaylamak veya bir çevreyi/kişiyi olumlamak/olumsuzlamak dışında neresinden dahilsiniz umudun artmasına? Yada dahil olabiliyor musunuz?
***
Okura haksızlık etmek istemem; sonuçta ülkedeki sorunlara dair söz üreten neredeyse tüm özneler bizden sadece “destek” ve “onay” talep ederken, “umut etmek” ile “ümit etmek” arasındaki sınırın silikleşmesinden doğal bir şey olmaz…
Aslında öyle bir tablo söz konusu ki, “kötü niyetli” birisi muhalefet dahil her siyasetin statükodan memnun olduğunu söyleyebilir…
Nasılsa “işler ne kadar kötü giderse, onlar gidecek bunlar gelecek”…
Oy’a dayalı siyaset yapmayanlar için de durum farklı değil gibi… Zaten herhangi bir iktidar stratejisine sahip olmayan (hatta bazıları iktidar kelimesine bile alerjik durumdaki) örgütlenmelerin, “doğruyu söyleyen azınlık” olmaktan memnun gibi bir görüntüsü yok mu sizce de…
Dünyayı yorumlamakla yetinen ama onu değiştirmek için kılını kıpırdatmayan bu entelektüeller yığını; Hollywood filmlerindeki elinde “dünyanın sonu yakın” yazılı pankartla caddede duran adamlara benzemiyorlar mı?
Neredeyse kıyamet kopsa, haklı çıktıklarına mutlu olacaklar…
Sıradan vatandaşa umut etmek veya günah keçisi olmak dışında bir rol biçilmiyor: Hükümet bizi suçluyor (kurallara uymuyorsunuz), muhalefet bizi suçluyor (bunları siz seçtiniz), radikaller bizi suçluyor (siz hala oy mu kullanıyorsunuz)…
Değil mi ya, hala “Rum malında oturuyoruz”, “oy kullanıyoruz”, “vergi veriyoruz”, “nefes alıyoruz”; başımıza geleni nasıl da hak ediyoruz…
***
Peki bu kendi kendini yiyen yılandan bir çıkış yok mu?
Öyle kolay bir çıkış yok, evet…
Öncelikle, sonuçlandırılmasını başkalarından beklediğimiz şeylere “umut” demeyi bırakmamız lazım…
Çünkü öznesi olmadığımız, şekillendirilmesine dahil edilmediğimiz, bilgilendirilmediğimiz süreçlere dair beklentilerimizin adı “umut” değil, “ümit”tir… Hani şu “fakirin ekmeği” olanı…
Umut edebilmek için, özne olmak gerek…
Özne olabilmek için ise örgütlenmek…
Örgütlenmek, yani kolektif bir hesap sorma/hesap verme süreci dahilinde iktidar olmayı hedefleyen bir politik zemine sahip olmak…
Sonra da lafta memleket için savunduğunuz ilkelerin, önce kendi örgütünüzde ve kendi kişisel yaşamınızda uygulanması için mücadele etmek, “sizinkilere” kıyak geçmemek…
İşte zor olan kısmı burası, çünkü hükümetinden radikaline herkesi eşitleyen uçuruma atılan ilk adım hep bu “kendine kıyak geçme” noktasında başlıyor. Yola çok ulvi niyetlerle çıkmış bir çok “iyi insan”, burada çuvallıyor…
O zaman, “kendine kıyak geçmeyenleri” yani eski defterlerin üstünü örtüp, sessizce geçiştirmeyenleri, hatasını koynuna alıp yatanları, yani devrimcileri görmek gerekiyor…
Dünyanın sonunu tahlil etmekle yetinen ama elini kirletmeyip süreci hijyenik bir köşeden tahlil eden “radikallerden” farklı olanları, yani devrimcileri…
Kirlenmekten korkmayanları, değiştirmek için kolları sıvayanları, herkesin “cici”si olmak için on takla atmayanları görmek, devrimci bir siyasette örgütlenmek gerek…
Baraka ile 15 yıldır sürdürülen ve Bağımsızlık Yolu ile siyasal bir kanala dökülen sürece dahil olmak gerek… Görmek ve dahil olacak cesareti göstermek gerek…
Çünkü eğer hala bir umut varsa, değiştirmek için mücadele edenlerdedir, devrimcilerdedir…
Münür Rahvancıoğlu
Baraka Aktivisti