Üç Bin Yedi Yüz Yıl… – Cansu N. Nazlı

Ağır Ceza Mahkemesi’nde bir karar dinliyorum geçenlerde. Dava konusu suç, müstahdem tarafından sirkat. Çalışan iş yerinden para çalmış, sonra pişman olup özür dilemiş. Borcunu fazlasıyla işvereni şirkete ödemiş, işveren şikayeti geri çekmiş. Dava halen sürüyor, suç kamuyu ilgilendirdiğinden kamu davası olan ceza davasını ilerletiyor devlet.

İnsan düşünmeden edemiyor; şikayet geri çekildiği halde kamu davasını yürüten devletin polisi bir kadın eşi tarafından şiddete uğradığında neden şikayeti almamak için direniyor? Kadına yönelik şiddet suçsa neden şikayet geri çekilse dahi aynı devlet bu kamu davası diyerek ceza davasını ilerletmiyor? Yoksa kadının beden bütünlüğünü, vücut dokunulmazlığını ihlal, eşi tarafından yapıldığı zaman suç kamuyu ilgilendirmiyor mu?

***

Kararı okuyan yargıç devam ediyor kararı okumaya. Son zamanlarda diyor müstahdem tarafından sirkat suçu arttı, caydırıcı olması için hapis cezası ile cezalandırmak gerekiyor. Zira ‘ekmeğini yediği kapıya ihanet’ ediliyor, güven ilişkisi sarsılıyormuş. Burada maksadım asla bir suçu güzellemek ya da haklı çıkarmak değil elbette. Ancak işvereni zarara uğratan, güven ilişkisini sarsan ve kamu düzenini bozan bu suç irdelenirken sosyoekonomik koşullara neden çalışanlardan yana bakılmıyor? Neden çalışma saatlerimiz her geçen gün artarken yediğimiz ekmeğin giderek küçüldüğü görmezden geliniyor? Neden işveren-işçi ilişkisinde hep işverene güvenilir bir iş yaşamının tesisi öngörülürken işçinin her gün işini kaybetme tehlikesiyle işe gittiği ve aslında işverenin aralarındaki eşitsiz ilişkiyi en baştan güvensiz tesis ettiği gözden kaçırılıyor? Ve çalışanların artı emeğine her gün el koyan işveren neden suç işlemiş sayılmıyor? (Bu sorular elbette ki, pozitif hukukun veya mahkeme kararının tenkitini değil onu aşan felsefi bir amaç güdüyor.)

***

Babası hapse gönderilen küçük kızı görünce iyiden kötü oluyorum. Kafamı dağıtmak için telefona bakarken saatlerin geriye çekilmemesiyle ilgili Baraka Kültür Merkezi’nin açıklamasına rastlıyorum. Sabah karanlığında işe gitmek üzere çıktığımız eve bir özel sektör çalışanıysak şayet akşam karanlığında dönecekmişiz. Açıklamadaki verilere göre güneşin doğduğu ve battığı saatler şöyle:

20 Kasım -> Gündoğumu :  07 : 26 – Günbatımı : 17:38
10 Aralık -> Gündoğumu : 07:44 – Günbatımı : 17:35
1 Ocak -> Gündoğumu : 07:55 – Günbatımı : 17:45
20 Ocak -> Gündoğumu : 07:53 – Günbatımı : 18:03”

Yani açıklamanın kendisinde de vurgulandığı üzere, özel sektör çalışanlarının ‘gün yüzü’ göremeyeceği günler kapıda. Gittikçe uzayan çalışma saatleri ile düşük ücretler, müstahdem tarafından sirkat derken aklıma İşçi B’nin zaman sorunuyla ilgili hikayesi geliyor.

“B’ye sordular:

-Patronla işçiyi ayıran şey nedir?

B cevap verdi:

-3700 yıl.

Çünkü bir işçinin

Örneğin sanayi patronu Flick’in

Yalnızca 1969 yılında kazandığı kadar

Kazanması için

Üç bin yedi yüz yıl çalışması gerek.

Kaldı ki, dedi B.

Bu kadar ömrü yoktur

İşçinin.”

Babası hapse gönderilen küçük kıza içimden söz veriyorum:

Bu topraklarda bize dayatılan yoksulluk, güvencesizlik, güvensizlik, karanlığı ortadan kaldırana değin mücadele hiç bitmeyecek.

Cansu N. Nazlı

Bağımsızlık Yolu Üyesi