Günlerden 17 Şubat Çarşamba… Saat 18.30 civarı… Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası’nın (Eğitim-Sen) üst katındaki toplantı salonunda yaklaşık iki gündür aralıksız dinlediğimiz savaş ve akademi mağdurları için bir eylem planı çıkarıyoruz. Çok büyük bir gürültü geliyor yakınlardan. Sarsılıyoruz. Birçok başka olasılık varken, herkes sezgisel olarak bunun bir bomba olduğunun farkında. Soğukkanlı olmaya çalışıyoruz. Ama yüzlerdeki gerginlik açık seçik ortada. İki gündür dinlediğimiz uzaktaki savaş hemen yanıbaşımıza taşınıyor.
Oysa salon toplantılarına alışmış kravatlı/tayyörlü ve diplomat tavırlı birçok Avrupalı sendikacı şirketler hayatlarını sigortalamadı diye Kürt illerine gitmeyi reddetmişti daha birkaç hafta önce. O yüzden Ankara’da ancak dinleyici olabilmiştik. Oysa bilmezler miydi anti-faşist tüm mücadeleler, anti-kapitalist de olmak zorundadır. Ve bilmezler mi anti-kapitalist olmak şirketlerden başlayarak hayatlarımızdan mümkün olduğunca süprüntü atmakla ilişkilidir.
Dinlediğimiz tüm eğitim emekçileri, insan hakları savunucuları ve aktivistler bize aynı soruyu sormuşlardı haklı olarak: “Neden gelmediniz?”. Gidemedik ama dinledik… Saatlerce…Ve dinlediklerimiz sarsıcıydı. O yüzden “Türkan bitti, Yılmaz’a bakalım” diyen kitleyedir bu notlar. O kitlenin Ankara’da yaşayanları 28 insanın ölümüyle biraz olsun sarsılıp kendilerine gelebildiler. Şimdi sıra Kıbrıs’ın kuzeyindekilerinde…
-Bugün Kürt illerindeki aylardır süren yıkımda yüzlerce insan öldürüldü. Bunlardan 91’i çocuktu.
-Bodrum katlara sığınan yaralılara yardım edilemediği için şu ana kadar 70 kişi öldü. 200 kişi şu anda Diyarbakır Sur’da aynı şekilde ölümle pençeleşiyor.
– İnsanların değil sokağa, balkonlarına ve pencerelerine çıkmaları dahi öldürülmeleri için yeterli.
– Yaralı insanlara yardım etmek isteyen sağlık emekçilerine özel tim tarafından ateş açılıyor. Bugüne kadar biri ambulans şoförü, biri hemşire, diğeri de sokakta yaralı bir kadına yardım etmek isterken keskin nişancı tarafından öldürülen bir doktor olmak üzere üç sağlık emekçisi öldürüldü.
-Katledilen kadınlar sokaklarda çırılçıplak soyularak teşhir edildi, göğüsleri kesildi, genital organları parçalandı.
-Okullarını terketmeyen eğitim emekçileri açığa alındı ve haklarında terörü destekledikleri gerekçesiyle soruşturma açıldı.
-Terkedilen okulların tümü karargahlara ve cephaneliklere dönüştürüldü.
-Dönüştürülemeyen okullar ve sağlık ocakları, halk eğitim ve sağlık hizmetleri alamasın diye yıkıldı.
– Sokağa çıkma yasağı süresince tüm cep telefonu şirketleri devletle işbirliği yaparak erişimi engelledi. Bu durum halen devam etmekte.
– Kürt illerinde şehirler gibi ekoloji de yakılıp yıkılıyor. Dağlar ve ormanlar ateşe veriliyor. Hayvanlar katlediliyor.
– Üç buçuk yaşındaki bir çocuk aylardır evindeki halının sınırlarının dışına ölüm korkusundan dolayı çıkamıyor.
– Neredeyse tüm çocuklar geceleri uykularından ağlayarak uyanıyorlar.
-Bebeklerin babıldama evresindeki “ba ba ba” sesleri yoğun çatışmaların olduğu yerlerde “ta ta ta”ya (otomatik silah sesi) dönüşmüş durumda.
-Savaşın diğer mağdurları mülteci çocuklar. 9 çocuk çadır kentlerde çıkan yangınlarda yanarak, bir çocuk iki hafta önce Ankara’nın lüks semti Çankaya’nın dibinde bir naylon çadır içinde donarak öldü.
Bu notları sayfalarca yazabilirim. Ama sanırım bu kadarı yeterli. Bu söylenenler bana ait değil. Olayları birebir yaşayan insanlara ait. Tüm bu vahşetin neden yaşandığını ise bir Jandarma Özel Harekatçısı (JÖH)işgal ettiği bir sınıfın tahtasına aynen şu kelimelerle özetliyor: “JÖH Sur’a eğitime geldi. Konu: İtaat”. Evet AKP kendisine 1 Kasım’da da 7 Haziran’da da oy vermeyen yani itaat etmeyen illeri böyle cezalandırıyor. O yüzden şimdi ve şu anda soruyorum size: Bu yazıyı sonuna kadar okuyabildiyseniz halen itaat etmeye, halen “Türkan Bitti, Yılmaz’a bakalım” demeye devam mı edeceksiniz?
*Başlıktaki isimler AKP destekli medya patronu Acun Ilıcalı’nın yarışma programlarındaki bazı karakterleri ifade etmektedir.
Fatih Bayraktar