Syriza Yunanistan’da iktidara geldiğinde radikal sol için yeni bir umut olmuştu. Süreç içinde özellikle AB ile ilişkilerde baştaki keskin duruş yerini uzlaşmacı bir tavıra bırakınca ittifak içinde kırılmalar yaşanmaya başlandı. Hatta ittifak bileşenleri kendi kongrelerini toplamaya kadar vardırdılar kırılmayı. Ve sürecin sonunda Tsipras istifasını verdi. İstifa ederken Nazım’dan “En güzel günlerimiz henüz yaşamadıklarımız” diyerek bunun aslında bir geri çekilme olmadığını tam tersine halktan AB karşısında daha güçlü durmak için yetki istediğini belirtti. Tsipras ve Syriza’nın halkın sözüne yöneldiği ilk durum değildi bu. Daha önce de AB Troykası ile olan görüşmelerde hükümetin ne yapacağı halka sorularak belirlenmişti.
Açıktır ki eleştirilecek bir çok pratiği vardır Syriza’nın. Ancak günün sonunda ittifakın kilit kelimesinin meşruluk olduğu ortada. Halka sorulup onay alınan her pratik öyle ya da böyle meşruluk kazanıyor çünkü. Ve reel sosyalizm halka rağmen siyaset yapmaya çalıştığı için çökmüştür zamanında.
AKP Türkiye’de iktidara geldiğinde liberal sağ ve sol için yeni bir umut olmuştu. Radikal sol ise en başından itibaren AKP’nin neo-liberal politikaları hayata geçirmek üzere dizayn edilmiş bir proje olduğunu bıkmadan usanmadan anlatmaya çalıştı. Tayyip ve AKP’nin ilk beş yıllık pratiği AB ile uyum yasaları geçirme, demokratikleşme, Kürt halk hareketiyle askeri yöntemler dışında mücadele etme, Kemalizm’in geriletilmesi gibi bir dizi yenilik (!) içeriyordu. Kıbrıs için ise militarist Denktaş hanedanlığının sona ermesi ve AKP politikalarıyla daha uyumlu olabilecek sol liberal Talat’ın cumhurbaşkanı seçilmesi bu döneme denk düşen gelişmelerdi. Ancak AKP bu daha şirin(!) döneminde bile hiçbir zaman meşruiyet üzerinden hareket etmedi. Bireysel ve partisel boyutta kibir, güce tapınma, iktidarı kötüye kullanma pratikleri gittikçe artan oranda gözlemlenmeye başladı. Anayasa referandumunda bile hükümet bütün devlet olanaklarını kullanarak tam bir algı yönetimi sergiledi. Onlara göre anayasa değişikliklerine hayır demek statükonun devamına onay vermekti. Günün sonunda algı yönetimi başarılı oldu, anayasa değişti ve AKP yasama, yürütme, yargıyla birlikte askeri ve polisi de partiselleştirerek kendi statükosunun taşlarını örmeye başladı.
Türkiye çapında 3 milyon kişinin katıldığı Gezi direnişi işte bu statükoya karşı ilk başkaldırıydı. AKP iktidarı sallandı ama yıkılmadı. Ancak AKP artık halk nezdinde meşruluğunu tamamen yitirmişti. Direniş geride bir çok kazanım ve dönüşüm bıraktı. Bu ivmeyle 2015 seçimlerine girildi ve AKP’nin 14 yıllık iktidarı sona erdi. Sonra ne oldu? Kobani’ye oyuncak götürmek isteyen devrimciler devletin kolladığı bir intihar bombacısı tarafından Suruç’ta katledildi. Ardından IŞİD’e karşı diye girişilen ama hemen sonrasında tamamen sola ve Kürt halk hareketine yönelen bir savaş ortamı yaratıldı. Açıktı ki Tayyip ve AKP’nin meşruluk diye bir derdi yoktu. Seçim sonrası yıkılan başkanlık hayalleri gençlerin kanları üzerinden tekrar hayata döndürülmeye çalışılıyordu.
Evet ortada birbirine hem coğrafik hem de kültürel anlamda oldukça yakın iki ülke var. Birinde halkın onayına başvurarak meşruluk üzerinden kendine hareket alanı yaratmaya çalışan Syriza, diğerinde yıllardır halka rağmen iktidarda kalmaya çalışan AKP. Ne demiştik: Halka rağmen yapılan her siyaset çökmeye mahkumdur. Bu nedenle Tsipras’ın istifası bir zafer, Tayyip’in başkanlık hayalleri ise kendi cehennemine giden yolda ördüğü taşlardır.
Fatih Bayraktar