Kadınların kadınlıktan başka bir şey konuşmasına ve feministten başka bir şey olmasına yer açmayan bir siyasi ortamda, birkaç bildiri ve makaleden sonra ilk kez kadınlıkla ilgili bir köşe yazısını işte bu çelişkiyle yazıyorum: yalnızca feminizmle bize izin verilen oyun alanının sınırlarını yıkabilir miyiz?
Birçok sosyal çevrede artık kadınların kendine feminist demesi, feminist eylemlere katılması ya da 8 Mart rozeti takmasına pek karışılmıyor… Entelektüel çevrelerde ise feminist olmak adeta norm. Siyasi partilerde, sendikalarda kadın kolları yerini feminizmi savunan komitelere, birimlere bırakmaya başlamış… Evet, feminizm yapabiliyoruz, peki yapamadığımız ne?
Söyleyeceğim şeyi ilk düşünmeye başlamam erkek bir yoldaşımın çevremizdeki kadınların ideolojik açıdan ne kadar donanımsız olduğundan yakınmasına denk gelir. Bu yüzden, demişti, aramızda hiç kadın yok. Gerçekten, bir oda dolusu erkeğin hepsi mi kadınlardan daha donanımlıydı? Bu soruyu bir oda dolusu erkek ve en fazla birkaç istisnai kadının mevcudiyetinde kurulup hayatlarına böyle devam eden partiler, sendikalar, siyasi hareketler için de sorabiliriz… Ya da neden zekası, kariyeri ya da yetenekleri çok parlak olmayan erkekler milletvekili olabiliyorken, kadın milletvekilleri ve bakanlar doktor, hukukçu, ya da doktoralı akademisyenlerden çıkar? Soruları çeşitlendirebiliriz, göreceğimiz odur ki kadınlar siyasette erkeklerden farklı standartlarda ölçülür. Bir erkeğin iyi olmasının yeterli olacağı yerde varolmak isteyen kadının mükemmel olması gerekir.
Yani siyasette aktif erkeklerin bu güne kadar kabul ettiği tek faktör olan kadının parti toplantısı olan saatte eve gidip yemek yapma zorunluluğu, yanlış olmasa da eksiktir.
Peki ya, biz bu kadar bilinçli ve hevesli kadınlar olarak niye yerimiz için kavga etmiyoruz? Kendimiz de o yerleri haketmediğimize inanmış olabilir miyiz? Bir bakalım, inandığınız bir konuda eyleme gittiniz ve gazeteci mikrofonu size doğrultup düşüncelerinizi sordu. Kaç kadın kaçacak delik arar, kaç erkek? Utangaçlıktan bahsetmiyorum. Eşit derecede utangaç ya da eşit derecede atılgan iki insanın, bir sözü topluluğa söylerken kendilerini yargıladıkları standartlardan bahsediyorum. Bir kadın TV programına çıkıp güncel siyaseti değerlendirecek özgüveni hissetmeden önce 100 kitap okuması gerektiğini hissederken, 1 kitap okumamış erkekler her gün televizyonda kafa ütülüyor. Yazı yazmadan, konuşmadan, bir pozisyona aday olmadan önce 10 kez düşünüp çoğu kez kendimizi yeterli görmeyip vazgeçiyoruz. Yani öz standartlarımız da en az toplumunkiler kadar yüksek…
Gel gelelim, diyelim ki hepsini aştınız. Meclis genel kurulunda, cumhurbaşkanının görüşme heyetinde, sendikanızın yönetim kurulu ya da parti meclisinizde kadınlara verilmesi tolere edilebilecek birkaç sandalyeden birine oturdunuz. O zaman bitiyor mu? Bitmiyor. En masumu, bizim varlığımıza işaret ederek “baylar konuşmalarımıza dikkat edelim” denilmesi, bu şekilde karikatürize edilmek. Sıkla karşılaşılan bir başka durum, erkekler keskin dilli, sert üsluplu olurken sen çatır çatır fikirlerini söylüyorsun da yüzüne kadınlara yaraşır bir gülümseme yapıştırmayı unuttun diye gergin olarak sıfatlandırılmak. Siyasetteki kadınların gülümsediği kadar erkeklerin gülümsediğini gördünüz mü? Gören mutluluktan ölüyoruz sanacak.
Peki, neden bunlar olabiliyor?
Yalnızız. Bize izin verilen feminizm alanında, mümkünse kadın kadına bir araya gelip erkekleri bulaştırmadan canımızın istediğini yapabildiğimiz hissettirilirken, kadınlıktan başka şeyler de konuşan birkaç kadın siyasette yapayalnızız. Orası hala bayların top sahası. Ve biz oralarda çoğalmadıkça, bizi az yapan hiçbir neden de ortadan kalkmayacak…
Cemre Mor
Bağımsızlık Yolu