Terör – Celal Özkızan

Bu yazının yazıldığı esnada, Fransa’nın Nice şehrindeki IŞİD saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin sayısı 80’i aşmıştı ve ne yazık ki, sayı daha da artacağa benziyor…

Yolun ortasında, küçücük bedeni yerin üzerine serilmiş ve üzeri örtülmüş bir çocuğun fotoğrafı… Yanına da kendisi gibi küçük olan oyuncak bebeği…

Yalnız değildi bu küçük çocuk…

Sadece geçtiğimiz bir ay içinde bile, bu küçük çocuğun yaşıtları ve niceleri, dünyanın çeşitli yerlerinde gerçekleşmiş saldırılarda, hayatını kaybetmişti : Bağdat’ta, İstanbul’da havaalanında, Bangladeş’te, Lübnan’da, Ürdün’de…

Zaman aralığımızı sadece çok az daha genişletip “bu yılın içinde” dersek, ‘listemize’ Brüksel’i, Ankara’yı, Afganistan’ı, Orlando’yu, Pakistan’ı ve daha nicesini eklememiz gerekecek…

***

Mesele sadece “terör” saldırılarından ibaret de değil…

ABD’nin polis gücü, siyahlara neredeyse savaş açmış durumda…

Artık siyah ABD vatandaşlarının polis tarafından keyfi bir şekilde öldürüldüğü haberlerinin gelmediği gün yok neredeyse…

Artık dünyadaki hak arama girişimlerinin çoğu, başta da daha iyi,düzgün, güvenli ve huzurlu çalışma koşulları ile daha yüksek ücretlere yönelik girişimler olmak üzere, çoğunlukla şiddetle bastırılıyor…

“Sistem” artık işlemiyor…

Yoksulluk ve gelir eşitsizliği, içine iyice çekildiğimiz bu şiddet sarmalının zeminini oluşturuyor…

Yoksulluğu ve artık akıl almaz boyutlara ulaşmış gelir eşitsizliğini mümkün kılan şey ise, bizzat kapitalizmin kendisi…

İçine çekildiğimiz bu şiddet sarmalının, özellikle 2007 yılında başlayan ve etkileri halen daha fazlasıyla süren kapitalist ekonominin krizinden sonra artması tesadüfi değil…

Zenginlik, gittikçe daha az ellerde toplanıyor…

Küçük bir azınlığın tek günlük cep harçlığı olan alım gücü miktarına, 1000 yıl çalışsa erişemeyecek olan yoksul çoğunluk ise, sınıf mücadelesinin yükseltilememesinden dolayı, ya dini, ya da etnik temeldeki silahlı veya silahsız hareketlerin içine çekilerek radikalleşiyor…

Bu iki grubun arasında kalan “orta gelir düzeyindeki” kesimler ise, borçlanma ve bezdirici bir çalışma temposu içinde, manasız bir tüketim çılgınlığına kapılıyor ve bunun sonucunda, açlık çekmese de, mutsuzluğu dibine kadar deneyimleyip, anti-depresanlarla ayakta duruyor ya da depresif/yarı-depresif hayatlar sürüyor…

Sadece Türkiye’de, günde 9 kişi intihar ediyor ve bunların büyük bir çoğunluğu genç insanlar…

Ancak tüketim çılgınlığının yarattığı aşırı ışıltılı keskin parlaklık, gözlerimizi kamaştırıp kör ediyor…

Aşırı karanlık ile, gözleri kör edercesine kamaştıran altı boş parlaklık, bakış açımızı eşit derecede daraltıyor…

Unutmayalım, gözlerimiz sadece karanlıkta değil, yoğun parlaklığa maruz kaldığında da etrafı görememeye başlar…

***

Bu karanlığı yenmek istiyorsak, “ışığa” değil, “doğru bir ışığa” ihtiyacımız var…

Mesele ne “din”, ne “ırk”, ne de “etnisite”…

Mesele, artık yönetebilme erkini kaybetmiş, lastiği boşalan bir kamyon gibi son sürat bayır aşağı giden, hem kendi yarattığı hem de dolaylı yoldan sebep olduğu şiddet sarmalına da aşağı gittikçe daha çok insanı çeken bu insanlık ayıbı kapitalist düzene son verebilmek…

Evet, sosyalist deneyimlerin pek çoğu yenildi, pek çoğu da başarısız oldu; ancak sosyalizm değil…

Evet kapitalist deneyimler halâ –bizi tükete tükete- ayakta kalmaya çalışıyor; ancak kapitalizmin sonu hayırlı değil…

Şimdi “ışığı doğru ayarlama”, ve doğru saflarda buluşma zamanı…

Celal Özkızan

Bağımsızlık Yolu