Kriz var diyerek sırtımıza yüklenen yükün her gün arttığı bir dönemden geçiyoruz.
Marketler karaborsacı bir anlayışıyla her şeyin fiyatını arttırırken hükümet de benzin, elektrik ve benzeri temel ihtiyaçlara zam üstüne zam yapıyor.
Bu da yetmezmiş gibi kamu ve özel sektör çalışanlarını birbirine düşürmeye dayalı bir taktikle zaten düşürülmüş olan kamu çalışanlarının gelirlerini daha da azaltmanın peşinde.
“Hepimiz aynı gemideyiz ve elimizi taşın altına koymalıyız” gibi söylemlerle icraata geçirilen politikalara başta sermaye çevrelerinin sevinmesi kimin elinin taşın altında kalacağını açık bir şekilde gösteriyor.
Ek mesailerle ilgili yaşananlar buna bir örnek.
Tüm bunlar yaşanırken siyasal öznelerin ne yaptığına da bakmamız gerek.
Çünkü bu dönemde örgütlerden bireylere kadar herkesin hayatı nasıl kavradığı ve yaşanan sorunlara nasıl çözümler önerdiği tüm örtülerine rağmen ortaya çıkıyor.
Örneğin YDP, özellikle Türkiye kökenli vatandaşları kazanma hedefiyle mağdur edebiyatını sık sık dile getirirken bu süreçte olağan üstü hal ilan edilmesini talep etti.
Üstelik bunu, yok denecek kadar az olan bir sendikal direnişle ilişkilendirerek faşist ve emek düşmanı ideolojisini açık etmiş oldu.
“Evimizin içini temizleyelim” sloganlarıyla güç biriktirmiş olan HP’nin ulaştırma bakanı ise, eve sahip çıkıp temizlemekten ne anladığını hava trafik kontrolörleri ek mesai çalışmazsa Türkiye’den ekip geleceğini söyleyerek gösteriyor.
HP için temizlik çalışanları saf dışı bırakmakmış meğer.
CTP ve TDP’nin yaptıkları da sermaye kesimlerine dokunmadan halkın altında ezileceği yeni taşlar bulmaktan öte değil.
“Eleştirileri önemsiyor ve öneri bekliyoruz” diyerek yapılan önerileri görmezden gelen bir anlayışla karşı karşıyayız.
UBP zaten avuçlarını ovuşturarak hükümet sırasını beklemekte.
Sendikalarsa sanki bir akıl tutulması yaşıyorlar.
Onca zama, emekçilerin alım gücünün günden güne düşmesine rağmen angarya çalıştırılmak konusu dışında ortada gözükmediler.
Belki üyeleriyle olan bağları giderek zayıfladığı belki de örgütlü olduğu alan çalışma yaşamı içinde çok dar kaldığı için.
Ya da her iki sebep yüzünden.
Ancak sebebi ne olursa olsun sendikalar başta özel sektördekiler olmak üzere emekçilerle bağ kuramamakta, bu durum devam ettikçe toplum içindeki meşruluğu da günden güne azalmaktadır.
Çok zeka gerektirmeyen bir şekilde görülüyor ki, özel sektör çalışanlarını örgütlemeye yönelik adımlar atılmadığı sürece bu durum maalesef devam edecek.
Halkın yaşadığı ekonomik sıkıntıları sadece Kıbrıs sorunu üstünden ele alan “çare federal Kıbrıs” çevreleri ise şikayetlerini yenilemek dışında bir yenilik bulmuş değiller.
1 Eylül Dünya Barış Günü yaklaşırken toplumsal muhalefetin önemli öznelerinin bu kadar meşru bir alanda dahi sokağa dair bir çağrısı yok.
Sendikalar ve radikal söylemli sol yapılar bahsettiğimiz bu önemli öznelerin başında.
Çok açık ki, örgütsüz bir muhalefet kültürünün günden güne yayıldığı bir ortamda oturarak “çareler” önermenin bir faydası yok.
Sözde aydın rolüne bürünmüş sosyal medya fenomenleri ve basın açıklaması yayınlamayı politika üretmek zanneden radikal solcular da bu kesime dahil.
Sokağa çıkma fikri adeta unutulmuş gibi.
Kabul edilsin ya da edilmesin, organik bağlar kurmadan topluma fikirsel katkı sağlamak imkansız.
Kısacası, isteyerek veya istemeyerek aynılar aynı ayrılar ayrı yere toplanmakta, emek ile sermayenin mücadelesi daha görünür oldukça herkesin politik duruşu da açığa çıkmaktadır.
Ancak tüm bu süreç içinde açıkça görülen bir şey daha var.
O da, çalışanların çok küçük bir kısmının ek mesai dahi yapmadığı koşullarda sermayedarlar ve egemenler türlü telaşa düştüler.
Onların bu telaşını gördükçe şu soruyu sormadan edemiyor insan.
Çok daha geniş bir kesimin beraber hareket ettiğinde neler olabileceğini düşünebiliyor musunuz?
Boş bırakılan mücadele alanlarımızın farkına varmamız neler yapabileceğimizi zaten gösteriyor.
O zaman varsın birileri üstlendiği misyonların peşinde patron yalakalığı yapadursun, hayata her durumda emekçilerin çıkarları açısından bakanlar olarak bizler çıkarlarımız için mücadeleye devam edelim.
Sistem bizi sürekli bir şekilde yoksullaştırırken elini taşına koyması gereken halk olamaz.
Bir zahmet, her durumda servetini büyüten fırsatçılar koysun elini o taşın altına.
Zaman, onların “kriz var” söylemleri karşısında taviz vermenin değil, gerçekçi bir zeminden en az onlar kadar cüretkar olmanın zamanıdır.
Ali Şahin
Bağımsızlık Yolu Örgütlenme Sekreteri