Bu kendisi küçük sorunları büyük memleket iki gün arayla iki toplaşmaya tanıklık etti…
İlki gönüllülük, kolektif bilinç ve örgütlü hareketle kendini varetti…
Binlerce insan hiçbir parti, hiçbir patron, hiçbir üst makam olmadan kendiliğinden sokaklara döküldü…
Uluslararası camia bile kayıtsız kalamadı bu onurlu “Reddediyoruz!” deyişe…
Ve halkın vicdanında çoktan mahkum edilmiş Koordinasyon Ofisi, Anayasa Mahkemesi tarafından da reddedilerek tarihin çöplüğüne karıştı…
İkincisi zorlama, şükrancılık ve biat etmeyle kendini gösterdi…
İşbirlikçikte sınır tanımayan cep telefonu şirketleri taciz düzeyine varacak şekilde kısa mesajlarla davetler gönderdiler müşterilerine…
Devlet dairelerinde çalışanlar telefonlarla arandı…
Üniversiteler maillerle “Gidin!” dedi idari, akademik, işçi personeline…
Ve ruhsuz bir kuru kalabalık toplandı İnönü Meydanı’nda…
Evet iki farklı alanda iki farklı kalabalık vardı iki gün arayla…
İlki halkın öz dinamikleriyle ve coşkusuyla zafere ulaştı…
İkincisi taşıma suyla değirmenin dönemediğini bir kez daha ıspatladı…
Ancak devrimciler açısından her iki eylemlilik için de nihai zafer diye birşeyin olmadığını vurgulamakta yarar var…
Öncelikle Anayasa Mahkemesi’nin Koordinasyon Ofisi’yle ilişkili uluslararası anlaşmayı reddetmesi tabii ki sokağın zaferidir…
Bu zaferin kalıcı olabilmesi için anlaşmanın meclis tarafından da reddedilmesi gerekmektedir…
Halka rağmen yasayı onaylayan 27 vekilin halen mecliste olduğu düşünüldüğünde, sokak ve eylemlilik süreci henüz bitmemiştir…
Diğer yandan aynı 27 vekilin ve de onların partilerinin ya ön ayak ya da kuyrukçusu olduğu sözde demokrasi mitingi kuru kalabalığına rağmen devrimcilere mücadele etmeleri gereken bir yığın işbirlikçiyi işaret etmektedir…
Bu noktada işbirlikçilerin baskılarla oraya götürülen emekçi ve yoksul çoğunluk değil, onları ekmeksizlikle ve işsizlikle tehdit edip taşıyan bir küçük azınlık olduğunu unutmamak gerekir…
Devrimciler ‘Reddediyoruz!’ sürecinde kazanılan dinamik ve özgüvenle işte bu küçük azınlığa karşı mücadele etmeye devam etmelidir…
Ancak bu azınlığın devlet, bürokrasi ve sermaye içindeki bağlantıları düşünüldüğünde küçümsenmemesi gerektiği ortadadır…
Yükselen yeni sağın da bu güruh içinde yer alıyor oluşu ayrıca düşünülmesi ve analiz edilmesi gereken bir noktadır…
Ve son olarak kazanılan zafer hiçbir şekilde devrimcilerin kendilerini dev aynasında görmesine, rehavete kapılmasına neden olmamalıdır…
Unutulmamalıdır ki Kıbrıslı Türklerin toplumsal varoluşlarına yönelik tehditler devam etmektedir…
Önümüzde su mücadelesi, barış mücadelesi, sendikal mücadele ve Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan insanların günlük sorunlarına dair somut mücadeleler sıralanmaktadır…
Yani taşıma suyla dönen değirmenin aksine sokağın kadim ruhu dün olduğu gibi yarın da bizi çağırmaktadır…
Fatih Bayraktar
Bağımsızlık Yolu Üyesi