“Kıbrıs küçük yer” der birileri, açıkçası benim için hiç de öyle değil. “Küçük” denen bu yerde bulunan mekânları, dostluk ve aşkları tüketebilmiş değilim henüz, ömrü billah da tüketebileceğimi pek sanmam.
Kıbrıs’ın kendisi için bu yakıştırmayı kabul etmesem de tarih anlatısı su götürmez derecede küçük. Ada yarımızda tarih 1950’lerde başlar 1974’e kadar gider ve orada donar kalır. Arada bir de altı çizili 1571 Osmanlılar, hayranca 1878 İngilizlerden bahseder olunur ki bahisler oracıkta kapanır.
Tabii bir de ada 3 defa battı çıktı meselesi metafor olarak kullanılıp zekilik yapmaya çalışanlar olur arada, böylece olmamış bir şey tarihteki yerini iyice sağlamlaştırır. Neyse konumuz bu değil ya, bu konuyu nereden çıkardın diyorsanız:
Geçtiğimiz günlerde Khora Yayınları, 5. Yıl etkinliğinden hemen önce arka arkaya 2 kitap yayınladı. İsokrates’in milattan önce 400’lerde yazdığı “Kıbrıs Söylevleri” ve Fadıl Çağda’nın 1980-1990 arası anılarını ve demokrasi mücadelesini anlattığı “Batmayan Uçak Gemisi”. İşte bu kitaplara olan yabancılığım bana tarihimizin dışında kalanları düşündürdü.
Açıkçası Khora’nın bir parçası olduğumdan, Khora Yayınları’nın özellikle “tarihimizin dışında kalanlar” olarak bu 2 kitabı arka arkaya basmadığını biliyorum. Lakin bu iki kitap arka arkaya elime geçince içimde bir eksiklik ve rahatsızlık oluşmasını engelleyemedim; Tarih anlatımızı ne belirliyor?
Elbette 1950-74 arası olanlar önemli. Sol ve sağın bu tarih aralığına odaklanıp barışçı bir tarih ile milliyetçi bir tarih arasında hegemonya savaşı vermesi de gerekli. Ama tarihimiz sadece bu tarih aralığı ile mi sınırlı?
Daha dün denilebilecek bir zamanda insanlar özgürce konuşabilsin, bir barış şekillenebilsin diye mücadele edenlerin ve onları baskılayanların tarihinin kolektif hafızamızda yer etmesi önemli değil mi?
Verilen mücadeleleri ve edinilen kazanımları bilmezsek onları nasıl koruruz?
Hepimiz Osmanlıların Oğuzların, Kayı boyundan, onun da Orta Asya’dan geldiğini bilir, ya da bir şekilde bu söze aşinadır. “Tarihimiz” adıyla hem TC ve Kıbrıs Tarihi derslerinde, hem de bir kısım bilgicin dilinde bu cümleler tekrarlanır durur.
Peki, gidip denize girdiğimiz Bedis Plajı’nın yanındaki Salamis Krallığı ile ilgili ne biliriz? O görkemli amfi tiyatrosunda neler oldu, neler konuşuldu? İsokrates orada Kıbrıs halkına hangi söylevlerde bulundu?
Othello Kalesi’ne Shakespeare’i dahi bu denli tutku ile bağlayan neydi?
Ya da diğer bir deyişle, Orta Asya’nın tarihini bilmek mi barışa daha fazla hizmet etti, yoksa artık biraz da Salamis’i mi bilmeli?
Tarih değişmez ama nereye baktığına göre şekillenir; biri bir ırkın tarihine, diğeri ise bir coğrafyanın tarihine bakabilir.
Artık milliyetçiliğe karşı bazı “tarihimizin” gerisinde kalan şeyleri sıfırdan öğrenmek, bazı “tarihimizin” ilerisinde kalan şeyleri ise unutmadan mücadele vermek gerekiyor.
Mustafa Keleşzade