Kıbrıs’ın kuzeyine TC’den taşınan su konusu, CTP-UBP hükümetinin halkla hiçbir bilgi paylaşmamasına rağmen iyice netleşti.
Basına sızan ve hükümet partileri tarafından yalanlanmayan metinlere göre sonuç tam bir peşkeş.
Su, yer altı kaynakları ve yağmur suları da olmak üzere komple özelleştiriliyor.
Yani sadece adaya Türkiye’den taşınan su değil adanın kuzeyindeki tüm su kaynakları da özelleştiriliyor.
Su özelleştirildiği takdirde sadece belediyenin dağıttığı su değil yıllardır kullanılan su kuyuları, gökten düşen her damla kısacası su ile her şey tek derdi kar olan bir şirketin olacak.
Ayrıca belediyelerin ve kamu kurumlarının su konusuyla ilgili tüm tesisleri özel şirkete devrediliyor.
Belediyelerin su ile ilgili istihdam ettiği tüm personel ise işsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.
Öte yandan belediyeler özelleştirilen su sistemine girmek istemese de dağıtımını yaptığı suyu özel ile eşitlemek zorunda bırakılıyor.
Böylece belediyeler kendi koşullarını belirleme hakkından mahrum bırakılmak isteniyor.
Niyetim ortaya çıkan metni madde madde değerlendirmek değil, bu ankaradegillefkosa.org’un çeşitli haberleriyle zaten yapılmış durumda.
Bu yazının amacı daha çok bundan sonra ne yapılabileceği daha doğrusu ne yapılması gerekliliğiyle ilgili bir iki söz söylemek.
Her ne kadar anlaşma resmi olarak imzalanmış olmasa da ya da en azından hükümetten böyle bir açıklama yapılmış olmasa da gidişat bu yönde.
Ne de olsa bu metni savunan bir başbakan ve konuyu “müzakere” eden bakanlar var.
Zaten hükümet partileri tüm süreç boyunca sergiledikleri tavırlarla, yani halkla bir şey paylaşmayarak bu “resmi sessiziliğe” bir anlam yüklemiş durumdalar.
Bundan ötürü henüz resmi bir açıklama olmayışını maalesef hayra yoramıyoruz.
Özellikle CTP, oynadığı rolle bu peşkeşin adadaki paydaşı konumunda.
Peki ama neden bu konumdayız?
CTP tabanının dahi büyük oranda karşı çıktığı bu süreci AKP ve CTP-UBP hükümeti Kıbrıslı Türklere nasıl dayatıyor?
Bu sorular bundan sonra ne yapılması gerektiğiyle ilgili ipuçları verdiği için önemli.
Her şeyden önce bu sürecin özelleştirme ile sonuçlanmasıyla Kıbrıslı Türk halkının “söz-yetki-karar” mücadelesinin daha zorlu bir döneme girmiş olacağını kabul etmeliyiz.
Ancak egemenlerin ezilenlere yönelik baskısını arttırması, mevcut iktidara yönelik tepki potansiyelini de beraberinde getirir.
Bu potansiyel kendiliğinden süreçlerle de ortaya çıkabilir örgütlü şekillerle de.
Fakat başarılı olabilmesi kesin bir şekilde örgütlülüğe bağlıdır.
Neden bu durumda olduğumuz da Kıbrıslı Türk halkı arasında alternatif sol örgütlüğünün zayıflığıyla yakından ilgilidir.
Su konusundaki öfke ve tepkiler de bu haldedir.
Çok geniş kesimler bu konuyu tartışmakta, öfkelenmekte ve bu duruma karşı bir şeyler yapılmasını beklemektedir.
Fakat kendini bir şey yapması gerekenler arasında görmez ama yapılması gerektiğini bilmektedir.
Bu ruh hali ve siyaset yapma kültürü, oluşan öfkenin örgütsüzlüğünde önemli bir sebeptir.
Örneğin, su konusunda fikir üreten ve tartışan kesimlerin ne kadarı politik bir pratiğin parçasıdır?
Kendini siyasi yelpazenin solunda tanımlayan kesimlerin ne kadarı, bir sendikada, dernekte ya da siyasi bir örgütte aktiftir?
Toplum, özellikle de ilerici kesimler bu kadar örgütsüzken beklenilen tepkiyi kim, nasıl verecektir?
Sorun su konusunda fikir sahibi olmak değil, fikri pratikle destekleyip yaşamda somutlaştırabilmektir.
Yazar Haluk Yurtsever’in ifadeleriyle; “… tarihe, döneme, yaşanana, bir akademisyen, bir gözlemci, bir tanık gibi değil de kendine görevler çıkaran siyasal eylemciler olarak yaklaşmak.”
İhtiyacımız olan tam da budur!
Kıbrıslı Türk Solu içinde yeterince örgütsüz ve eylemsiz söz vardır.
Bu yüzden bu ruh halini aşmak siyasal görevlerimizle iç içe geçmiştir.
Su ile ilgili mücadelenin geleceği de, teknik ayrıntılarda boğulmuş, soğuk rakamlarla halka yukarıdan bakan uzmanlarda değil, solun, teknik bilgiyi kitleler içinde örgütlenebilen siyasal mücadele ile birleştirebilme becerisindedir.
Bir başka deyişle, tanıktan eylemciye geçebilme becerisindedir.
Ali Şahin
Bağımsızlık Yolu