Syriza’nın seçim zaferi ile ilgili şimdiden epeyce yazılıp çizildi aslında ve umut veren bir sürecin eşiğinde olduğumuz ortada.
Şüpheci yaklaşanların da kısmen haklılık payları var.
Neticeyi tarih gösterecek.
Ancak benim üstünde durmak istediğim nokta Syriza’nın bir umut olup olmadığından ziyade bu deneyimi bolca tartışan Kıbrıslı Türk Solu’nun konuya yaklaşımı.
Görebildiğim kadarıyla uzun bir aradan sonra, Kıbrıslı Türk Solu’nu Kıbrıs dışında yaşanan bir gelişmenin motive ettiği ender süreçlerden birini yaşıyoruz.
Böyle bir etki yaratan başka bir deneyim olarak da Gezi sürecini gösterebilirz.
Bu iki örneğin farklılıkları olmakla birlikte benzer tarafları da bir hayli fazla ve zamansal olarak bu kadar yakın olmaları da tesadüf değil.
Mücadeledeki arayışlarını sürdürmekle birlikte, kesin bir şekilde görünür olan durum var ki; genel olarak dünya çapında halkların egemenlere yönelik öfkesi büyüyor.
Bu büyüyen öfke ise neo-liberal politikaların halkları mülksüzleştiren yapısıyla doğrudan bağlantılı.
Sovyetler Birliği’nin ve Doğu Blok’u ülkelerinin, yani reel sosyalist deneyimlerin çöküşünden bu yana sola dair motivasyonunu büyük oranda yitiren Kıbrıslı Türk Solu, sol değerleri utangaçça terk ederken sol liberal politikanın, hatta sosyalist tüzüklü neo-liberal biçimin zeminini yaratıyordu.
Sol liberaller ve neo-liberal yoldaşları “sosyalist” partilerde bir günde ortaya çıkmadı sonuçta!
Bu nevi şahsına münhasır “sol”, gayri resmi bir şekilde bunca senedir şunu söylüyordu aslında; “Sosyalizm çok güzel bir düşünce de, pratikte mümkün değil, yoksa ayıp ettin be gardaş!”
Bu algı yüzünden siyasi ufukları sürekli bir şekilde sistemi mümkün olduğunca düzeltmekle sınırlanıyordu.
Gezi’nin AKP’ye karşı ortaya çıkması dengeleri büyük oranda sarsarken, şimdi yaşanan Syriza deneyimi ise bu kesimde yeni bir tartışma başlattı.
Bir kesim, kendi liberal tavırları tartışma konusu olmasın diye Syriza’nın ve ileride oluşabilecek benzerlerinin başarısızlığı için en koyusundan beddua ederken, bir kısmı ise iyimser bir umutla ve biraz da yüksek sesle şu soruyu mırıldanıyor; “Ulan, acaba sosyalizm ölmedi mi?”
İşte şu sıralar ağırlığı bu görüşler ile çerçevelenen bir izleme, bekleme ve takılma hali hakim Kıbrıslı Türk Solu’nun büyük çoğunluğuna.
Farklı bir biçimde da olsa, radikal sol da maalesef bu takılma haline kapılmış görünüyor.
Enternasyonal bir felsefeye sahip olan solun, uluslararası sol hareketin durumuna önem vermesi elbette ki bir gereklilik.
Bu, hem solun nihai zaferinin ancak uluslararası bir hareket olarak başarılabilecek olmasından hem de bir ülkedeki bir hareketin bir başka ülkedekine sağlayacağı ilham ve moral açısından bir ihtiyaç.
Fakat “enternasyonal algı” diyerek başka bir ülkeye takılıp kalmak ve kendi ülkendeki hareketsizliği gündem dahi yapmamak sol bir tavır değildir.
Hiçbir şey yapmadan Dünya’daki çeşitli hareketleri yorumlamakla yetinen ve kendisini kimin ne kadar “sol” olduğunu değerlendirecek bir “kurul” gibi görenler sol lafazanlıktan öteye gidemez.
Maalesef şu anda yaşanan takılma hali bu biçimi almaya başladı.
Syriza’yı değerlendirirken şunu akılda tutmak gerekir ki; Syriza’nın başarısı bir anlamıyla başka ülkelerdeki sola yardım ederken, başka ülkelerdeki solun başarısı da Syriza’ya yardım edecektir.
Enternasyonalizm küresel düşünüp yerelden hareket etmeye başlamaktır.
Ve sol adına temennide bulunmak bahsettiğimiz hareketin yerini tutamaz.
Syriza tartışmalarına “biz sol olarak kendi ülkemizde nasıl bir atılım yapabiliriz?” sorusunu da eklemek zorundayız.
Ve bu sorunun cevabı; “Aaa bak Syriza, hade kopyala yapıştır” değildir!
Kendi koşullarımıza, sorunlarımıza uygun cevaplar vermeliyiz.
Bu yüzden son sözü şöyle söyleyebiliriz; “Tamam arkadaşlar, sevindik bitti. Biz ne yapıyoruz?”
ALİ ŞAHİN
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.