2 haftadır, Kıbrıs’ın kuzeyinin ekonomik yapısını inceliyorduk ve bu hafta da kaldığım yerden devam edecektim ancak hafta içinde, üzerine birkaç söz etmek istediğim bir mesele yaşandı…
Biliyorsunuz, memleketin Başbakan’ı, devlet okullarındaki eğitim kalitesizliğinden söz etti, hem de bunu bir özel okul yöneticisinin yanında yaptı. Sonradan Başbakan her ne kadar sözlerinin yanlış anlaşıldığını dile getirse de, hükümetin kamusal eğitime reva gördüğü muamele ortadayken, bu sözlerin söylenip söylenmemesinin pek de bir önemi yoktu. Bu sözler sadece zaten mevcut olan bir sorunun yoğun bir şekilde gündeme gelmesine sebep oldu, o kadar.
***
Kıbrıslı Türk halkı her ne kadar eğitim konusuna çok önem verse de, Kıbrıs’ın kuzeyinde eğitim bugün özel okulların insafına kalmış durumda. Kamusal eğitime dair ise çok ciddi bir saldırı var ve bu saldırı iki boyutlu : Birinci boyutu, kamusal eğitimin bırakın geliştirilmesini, mevcut halini sürdürmesi için bile yeterli bütçe ayrılmıyor, vizyon geliştirilmiyor. İkinci boyutu ise, bugün devlet okullarına sahip çıkan, içlerinde çürük elmalar olsa dahi özveriyle eğitime katkı koymaya bütün olumsuzluklara rağmen devam eden öğretmenler ve öğretmen sendikalarına karşı başlatılan psikolojik saldırı.
Devam etmeden önce, size ABD’li stand-up’çı George Carlin’den söz etmek istiyorum biraz. George Carlin, bir gösterisinde, ABD’deki kürtaj karşıtlığı meselesini ele almıştı. Takip edenler bilir, kürtaj karşıtları çoğunlukla ABD’deki Cumhuriyetçi Parti cephesinden çıkıyor ve bunların temel argümanları da, insan hayatının çok değerli olduğu, kimsenin doğacak olan bir bebeğin yaşama şansını elinden almaya hakkının olmadığı ve hatta kürtajın bir nevi cinayet olduğu yönünde. İlk bakışta bu argümanlar gayet akla yatkın geliyor. ABD’li muhafazakarların kürtaj karşıtlığını savunurken öne sürdükleri “yaşam hakkı”, kolay kolay karşı çıkılabilir bir şey değil elbette. İşin kürtaj tartışmaları boyutunu bir yana bırakıp, size George Carlin’in gösterisinde bu konuya dair dile getirdiği sözleri paylaşmak istiyorum :
“Bu muhafazakarlarda hakkaten bir şeyler var, öyle değil mi ? Hepsi doğmamış çocuğun tarafında. Anne karnındaki henüz doğmamış çocuk için her şeyi yaparlar. Ancak bir kere doğduğunuz mu artık kendi başınızasınızdır. Yaşam hakkını savunduğunu söyleyen muhafazakarlar ceninin ana rahmine düştüğü andan doğumuna kadarki ana kadar olan zaman dilimine takmış durumdadırlar. Doğumunuzdan sonra ise, sizinle ilgili hiçbir şey duymak istemezler, sizinle ilgili hiçbir şey bilmek istemezler. Hiçbir şey. Doğumunuzdan sonraki bakım masrafları umurlarında değildir, bebekken günlük bakımınızın nasıl gerçekleştirileceği umurlarında değildir, okulda nasıl besleneceğiniz, sosyal haklarınızın ve refahınızın nasıl olacağı, hiçbiri umurlarında değildir. Eğer henüz doğmamışsanız, onların ilgi ve alakasına sahip olursunuz, yok eğer okul çağındaysanız, sıçtınız.”
***
Ne diyorduk, öğretmenlere ve öğretmen sendikalarına karşı yapılan psikolojik saldırılardan söz ediyorduk…
Özellikle grev zamanlarında bu saldırılar üst düzeye varıyorlar…
Hükümetler, patronlar, basındaki kalemşörler bir anda “çocuklarımızın geleceği”nden söz etmeye başlıyorlar; “hiç mi vicdanları yok bu öğretmenlerin, çocukların geleceğini ateşe atıyorlar” diyorlar…
“Hadi her şeyi geçtik, tamam haklarını arasınlar, ama çocukların eğitim haklarını ellerinden alarak mı yapacaklar bunu, nasıl öğretmenler bunlar?” diyorlar…
“Çocuklar her eğitim yılında grevlerle karşılaşıyorlar, okula gidemiyorlar, geri kalıyorlar, nasıl düşünmez bir öğretmen sendikası öğrencilerini ? Bunların derdi eğitimin daha iyi olması değil, ancak kendi çıkarlarını düşünüyorlar” diyorlar…
Diyorlar da diyorlar…
İşte böyle zamanlarda aklıma hep George Carlin gelir nedense…
Çocuklarımızın geleceği de geleceği diye tutturan şu hükümet sahipleri, patronlar ve yöneticiler değil midirler, o çocuklar gerçekten büyüyüp de geleceğe doğru ilerlediklerinde onların hayatını karartanlar ?
O çocuk büyüyecek, üniversite çağına gelecek, ama ülkede tek bir kapsamlı kamusal eğitim veren üniversite bulamayacak, üniversite okumak isterse ya büyük paralar ödemek zorunda kalacak, ya da bir yolunu bulup yurtdışına çıkacak. Umrunda mı hükümetin ? Hayır.
O çocuk büyüyecek, para kazanması gerekecek, işe başlayacak, kamuya girse Göç Yasası, özele girse, durum kamudan da kötü. Umrunda mı hükümetin, patronların ? Hayır.
O çocuklar büyüyecek, aileden kalmamışsa eğer, başlarını sokacak bir evleri olmayacak, borçlanacaklar, ömürlerinin büyük kısmını sırf evsahibi olabilmek için borç ödeyerek geçirecekler. Umrunda mı hükümetin, patronların ? Hayır.
***
Bu liste sayfalarca uzatılabilir, ama gereği yok…
Büyüyünce gittikçe kötüleşen çalışma ve yaşam koşullarını deneyimleyecek o çocuklar…
Ve o koşulları talep edenler patronlar, hazırlayanlar hükümetler ve bunun savunusunu yapanlar da basındaki sözcüleri…
Ancak ne hikmetse, çocuğun karartılmakta olan o geleceği, söz konusu grev zamanı olunca, bir anda kıymete biniyor…
Eğitim meselesine çok önem veren Kıbrıslı Türk ailelerin de bazıları ise, maalesef bu “sendikalar çocuklarımızın geleceğiyle oynuyor” masalına inanıyorlar, sorunun temelini sendikalar olarak görüyorlar…
Öte yandan sendikalar zayıflarken, o karartılmakta olan geleceğe sahip çıkma gücümüz ise gittikçe aşınıyor…
Çocukların geleceğinden çalınıyor evet, ama hırsızlar kendilerini gayet iyi gizleyip suçu başkasına atıyorlar…
Sendikaların hiç mi kabahati yok ? Var elbet. Ama hani o meşhur Nasreddin Hoca fıkrası vardır ya : Hoca’nın evine hırsız girer, Hoca eve döndüğünde evi soyulmuş bulur. Sokağa çıkar ve “komşular yetişin, evimi soydular” der. Komşular gelir, biri “sen de kapıyı iyice kilitleseydin Hoca” der, “pencereleri sıkı sıkıya kapatsaydın sen de Hoca” der öteki, “çok dikkatsizsin, sonunun böyle olacağı belliydi Hoca” der bir diğeri…
Nasreddin Hoca da dayanamaz ve “hırsızın hiç mi suçu yok” der.
Hakkaten, hırsızın hiç mi suçu yok ?
Celal Özkızan
Bağımsızlık Yolu üyesi