Kıdemli Yargıç Tacan Reynar, istifasıyla ilgili açıklamalarda bulundu.
Reynar, Afrika’ya yönelik saldırılarla ilgili adaleti sağlama görevini yürüttüğü sırada AKP’li faşistlerin tehdit ve hakaretlerine maruz kaldığını ifade ederek, tehditlerle ilgili sessiz kalan Yüksek Mahkeme ve Yüksek Adliye Kurulu’na tepki gösterdi.
Reynar bir diğer istifa sebebini ise; “Mahkemenin cezalarla ilgili verdiği kararın idari bir kurum (Tahliye Kurulu) tarafından hiçe sayılması olarak gösterdi.
Kıdemli Yargıç Reynar’ın Açıklaması şöyle;
DEĞERLİ KAMUOYUNA,
Geçtiğimiz hafta yaşadığımız korkunç olay nedeniyle hepimiz derin bir üzüntü içerisindeyiz. Bu olayın nedenleri, sonuçları ve yapmamız gerekenler üzerine düşünmek dışında daha önemli hiç birşey olmadığı düşüncesiyle istifa gerekçelerime ilişkin açıklama yapmayı ertelemiştim. Bir daha böyle korkunç bir olayın yaşanmamasını umut ediyorum. Hepimizin başı sağolsun.
NEDEN İSTİFA?
2010 yılında Yüksek Adliye Kurulu tarafından atanmış olduğum yargıçlık görevimden 24 Mayıs 2018 tarihi itibariyle istifa ettim. Bir kamu görevlisini ve özellikle bir yargı mensubunu istifaya götüren sürecin doğrudan kamuoyunu ilgilendirdiği ve kamuoyunun da bunu sorgulamakta haklı olduğu düşüncesindeyim. Bugüne kadar her konuda hesap verilebilirliği ve şeffaflığı savunan bir kişi olarak bunun nedenlerine ilişkin elbette kamuoyuna bir açıklama yapma sorumluluğum var. Ancak özellikle bir hususu belirtmek istiyorum: Bu açıklamayı yaparken kapsam itibariyle kamuoyunda tartışılan herşeye değinmem ve tüm soru işaretlerini cevaplayabilmem maalesef mümkün olamayacaktır. Bu açıklamada kısaca istifa nedenlerine değineceğim.
2010 yılında bu göreve başvururken ve sonrasında görev ifa ederken amacım hiçbir zaman “mevki”, “makam”, “hayat garantisi” olmadı. Görevimi yaklaşık sekiz yıllık bir süreçte elimden geldiği kadar doğrularıyla ve yanlışlarıyla yürütmeye çalıştım. Bu sürede diğer meslektaşlarım gibi ben de birçok olumsuzluklar, imkansızlıklar ve zorluklarla mücadele ettim. Kamuoyunda çokça tartışıldığı için belirtmek isterim ki, hiçbir zaman görev sürem içerisinde “şahsıma” doğrudan doğruya bir müdahalede bulunulmadı. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum: Görevim süresince hiçbir zaman bir kişi, makam ve kurumdan görevime ilişkin olarak verdiğim kararlara etki etmek amacıyla doğrudan veya dolaylı olarak bir baskı veya yönlendirme yapılmadı ve zaten yapılmasını da asla kabul edemezdim. Bu husus istifam için de geçerlidir. İstifamda hiçbir kurumun, kişinin veya makamın baskısı, tehdidi veya zorlaması yoktur. Bu tamamen şahsi bir tercihtir.
Hal böyle olmasına rağmen, meslek hayatımın hiçbir döneminde bir yargıç olarak “yargıç güvencesine” sahip olduğumu düşünmedim. Çünkü kendi atamam dahil olmak üzere, Yüksek Adliye Kurulu’nun işleyişi açısından tamamen keyfi kararlarla avukatları yargıç olarak atadığı, yargıçları görevlerinde yükselttiği ve naklettiği çok açık şekilde bilinmektedir. Bu işlemler yargı denetimi dışında tutulmakta ve bu işlemlere ilişkin hiçbir gerekçeli karar üretilmemektedir. Çok önemli yetkilerle donatılmış, kamu adına görev ifa eden ve yargı sistemini elinde bulunduran yargıçların neden ve hangi gerekçelerle atandıklarına, yükseltildiklerine veya nakledildiklerine ilişkin kamuoyunun hiçbir bilgisi olmadığı gibi, sistem içerisinde görev ifa eden ve kendi adlarına karar verilen yargıçların da bu konuda bilgileri yoktur. Bu durum başlı başına yargıçlar için ciddi bir güvence eksikliği yaratmaktadır. Yıllar içerisinde bu güvencesiz ortamın düzeltilmesi için hiçbir girişim yapılmaması, Yargıdaki kurulu düzenin bu şekilde devam ettirilmesi ve böylece yargıçlar için yaratılan gelecek belirsizliği istifa gerekçelerinden sadece bir tanesidir.
Diğer taraftan olan bitenler karşısında sorulması gereken en önemli sorulardan biri de Yüksek Adliye Kurulu’nun ne işe yaradığı sorusudur. Bir yargıç huzuruna gelen bir davada vermiş olduğu kararlar nedeniyle, kısacası adalet görevini yaptığı bir esnada gerek sosyal medyada, gerekse de diğer basılı ve görsel medyada tehditler almakta, kendisine ve ailesine hakaretler yağdırılmakta, kişilik hakları hiçe sayılmakta ve en ağır ithamlara maruz bırakılmakta iken, hatta suç oluşturan birçok harekete maruz kalırken acaba Yüksek Mahkeme veya Yüksek Adliye Kurulu ne yapmalıdır ve ne yapmamıştır ? Bilindiği üzere 22 Ocak olayları olarak bilinen Afrika Gazetesi’ne yapılan saldırı davasında Yüksek Mahkeme, ölüm tehditleri aldığım yönündeki haberlere ve diğer haberlere ilişkin açıklama yapmayarak suskunluğu seçmiştir. Bu davanın yargıcı olarak dava sürecinde yaşanan hukuksal sürecin bu ülkenin hukuk tarihine kara bir leke olarak geçtiğinin bilinmesini isterim. Mahkeme’nin üzerinde kurulmaya çalışılan baskı, şahsıma yönelik hakaretler, tüm bu hareketlere ülkedeki bütün kurumların sessiz kalması, ardından ceza yargılamasında yaşanan hukuk skandalları, ceza sonrası idari bir kurum tarafından mahkeme kararının hiçe sayılması benim için artık bu sistemde görev ifa etmenin hiçbir anlam ve öneminin kalmadığını göstermiştir. İstifa gerekçelerinden ikincisi de yaşanan bu süreçtir.
Kurulu düzen dediğimiz şey içinde yaşadığımız bu “geleceği olmayan” düzendir. Adını ne koymak istersek koyalım, bu düzen artık gençlerin nefes alamadığı, idealleri için mücadele etmek isteyenlerin mücadele alanlarının daraltıldığı, elli yıldan fazla süren toplumlararası görüşmelerin çöktüğü bir dönemde karanlıkların daha fazla çoğaldığı bir düzendir. İstifa etmek çözüm müdür? Elbette değildir. Ancak şahsen eğer bir görevi ifa ederken bu kurulu düzenin devamına katkı koyduğunuz, onun ayakta durmasına yaradığınız, yazdığınız kararlarda “KKTC sosyal bir hukuk devletidir” yazdığınızda, buna inanmak bir yana, inandırmak için sarfettiğiniz çabanın doğru olmadığını gördüğünüzde yapacak tek şey o sisteme daha fazla meşruiyet kazandırmak değil, bırakmaktır. Bana göre, zamanı çoktan gelmeliydi “Kral Çıplak” demek için. Yıllar geçtikçe kurulu düzenin çarklarında sıkıştığınızda ve “Nereye Gidiyoruz?” diye sorduğunuzda yanıt “daha kötüye” diye hissediyorsanız, ilk durakta inmelisiniz. Kurulu düzeni meşrulaştıran o kaleminizi bırakmalısınız.
Ancak bu demek değildir ki bu ülke için ödevlerimiz, sorumluluklarımız bitti. Şimdi haksızlıklara karşı kafamızı kumdan çıkarmalı, uluslararası hukuktan ve dünyadan bizi tecrit eden, hesap verilebilirlikten uzak, gelecek güvencesinden yoksun bu yaşama dur demek için daha fazla özgürce konuşmalı, tartışmalı ve üretmeliyiz. Susarak, sinerek daha müreffeh yarınlar gelemez.
Umut halen var mıdır? Evet vardır. Yargıda idealleri için mücadele eden, binbir imkansızlığa rağmen çalışan, üreten yargıçlar vardır. Bugün özellikle o genç yargıçlar sayesinde yargıda halen umudun varolduğunu düşünüyorum. Tüm hukuk camiası biraraya gelerek hukukun üstünlüğü için mücadele etmeye devam ederse o umut sönmeyecektir.
Şahsıma karşı görevimi ifa ederken yapılan her türlü nefret söylemine ve hakaretlere karşı ses çıkarılmaması ardından istifam sonrası ivedi bir açıklama yapan Yüksek Mahkeme’nin yaptığı açıklama maalesef yanıltıcı bilgiler içermektedir. Kendilerine geçtiğimiz yıl yurtdışında doktora eğitimi almak istediğimi ve ilerleyen zamanda da gerekirse uzaktan takip etme imkanım olmazsa gidebileceğimi ifade etmiştim. Eğitim amacıyla gitmek istediğim doğru olmakla beraber, oraya yerleşeceğim ve bundan sonraki hayatımı orada sürdüreceğim yönündeki iddialar tamamen farazidir. Çünkü bizden farklı olarak Kanada, oraya eğitim için giden kişilere kolaylıkla vatandaşlık veren bir ülke değildir. Oraya yerleşebilmek için yerine getirmeniz gereken yasal koşullar vardır. Üzücüdür ki, daha iyiye gidebilmek amacıyla yargı sistemi eleştirisi yapan ve bunun olmayacağını görünce sistem dışına çıkmayı düşünen bir yargıcın istifası ardından yapılan resmi açıklamada, sorunlar ve eleştiriler yine görmezden gelinerek istifamın yargıdaki sorunlarla ilgili olmadığı iması yaratılmış ve hatta başvurduğum üniversitelerin isimlerine bile resmi açıklamada yer verilmiştir. Bunu anlayabilmek elbette ki mümkündür. Kurulu düzenin yargı ayağına dokunduğunuzda karşılaşacağınız tam da budur.
Yine de bu gibi olumsuzluklara rağmen bize bundan sonra düşen görev Yargının iyiye gidebilmesi için yapıcı eleştirilerde bulunmaktır. Orada tüm vatandaşların hizmetkarı olarak görev ifa edenlerin de bu eleştirileri dikkate alarak değerlendirmesi gerekir. Aksi durumda hepimiz kaybederiz.
Son olarak hangi kurumun başında olursa olsun, kurulu düzeni bu şekli ile koruyanlar bir daha düşünmelidirler ve bugünün gençlerine bu sorunun cevabını bulmakla mükelleftirler: Doğum yeri, geliri, cinsiyeti ne olursa olsun bu ülkede yaşayan ve nefes alamayan insanlar için nasıl bir gelecek düşünceleri var? Statüko devam ediyor ve herşey daha kötüye gidiyor. Buna dur deme vaktinin geldiğini görenler, şapkalarını önlerine koysun ve düşünsün. Elli yıldan fazladır gelecek belirsizliği içinde yaşayan nice nesil bu ülkeden göç etmek zorunda kaldı. KKTC halen 34 yıldır uluslararası alanda tanınmıyor. Kıbrıslı Türkler yıllardır dünyadan tecrit edilmiş şekilde yaşam mücadelesi veriyor. Gelecek nesillere bırakacağımız miras bu mudur? Kendimize tüm kurumlarımızla sormalıyız: Kendi geleceğimizi, kendi yolumuzu çizmek için kurulu düzene sarılmak ve koruyuculuğunu yapmak mı çaredir, yoksa bu düzeni değiştirebilmek için halen yürüyecek bir yolumuz var mıdır?
Burada veya uzakta, toplumsal sorumluluk adına tartışılan ve merak edilen tüm konulara ilişkin elimden geldiği kadar devamında da yazmak ve üretmek amacındayım.
Tüm kamuoyuna saygılarımla.
Tacan Reynar
İlgili haberler:
Bağımsızlık Yolu Hukuk Komitesi: “Şartlı Tahliye Kurulu Kararını Objektif ve Adil Bulmuyoruz!”