İngiltere ve Galler’de ilk özel su şirketlerinin kurulduğu 1600’lü yıllardan bu yana özel şirketler sudan kar etmek için çalışıyorlar. 1800’lü yıllardaki ilk özelleştirme dalgasıyla birlikte, 19. yüzyılın ortalarından itibaren özel su şirketleri Avrupa ve ABD’de yaygın hale gelmiş, Afrika ve Asya’da ise yeni yeni oluşmaya başlamıştı. Fakat özelleştirme dalgası, 20. yüzyılda zayıflamış ve su, geçtiğimiz yüzyılın büyük bir çoğunluğunda kamu tarafından kontrol edilen bir kaynak olmuştur. Örneğin 1924’de ABD’nin su taşıma-dağıtma sisteminin sadece %30’u özel şirketler tarafından kontrol edilirken, bu oran 1850’lerde %60’lardaydı.
1980’lerin sonlarına doğru suyun özel şirketler tarafından büyük ölçekte kontrol edilmesi fikri yeniden gündeme gelmiştir. 1989 yılında, Margaret Thatcher başkanlığındaki Birleşik Krallık hükümeti, İngiltere ve Galler’deki tüm su işletmelerini özelleştiren ilk yönetim olmuştur. Bu, Sovyetler’in de yıkılmasının etkisiyle küresel ölçekteki serbest piyasa kapitalizmine yapılan vurguyla beraber, bugün hala devam eden, suda ikinci özelleştirme dalgasının da başlangıcı olarak görülmektedir.
Bugün olduğu gibi, suyun özelleştirilmesi, IMF ve Dünya Bankası tarafından borçlandırılmanın bir koşulu olarak sunulmaktaydı. Bunun sonucu olarak 1990’ların başı, dünyanın bir çok kentinde ve ülkesinde su kaynaklarının özel şirketlere devredilmesine tanık olmuştur.
Yatırımcıların ve şirketlerin iddiası, suyun özel şirketler tarafından işletilmesi halinde verimliliğin ve servis kalitesinin artacağı ve hizmetlerin daha iyi yönetileceği şeklindedir. Özelleştirmeler, bir yandan şirketlerin kar etmesi için olanak oluştururken, hükümetlere de suyun satışından gelir elde etme imkanı sunmuştur. Fakat, karın temel amaç olduğu bu durumda, suyun bir insan hakkı olarak görülmesi fikri ikinci planda kalmıştır.
Suyun özelleştirilmesiyle ilgili sorunlar, başlangıçtaki iyimserlik dalgasının hemen ardından altyapı yetersizliğinden tutun da çevre sorunlarına kadar bir çok alanda görülmeye başlar. 2005 yılında Dünya Bankası’nın yayınladığı bir çalışmada ‘bu sektörde kamu ve özel işletmeler arasında verimlilik performansı açısından istatistiksel olarak önemli bir farkın bulunmadığı’ da ortaya konmuştur. Bunun yanında, yaşanan bir çok örnekte görülen en yaygın itiraz ise artan su fiyatlarıyla beraber kaliteli suyun pek çok insan için ulaşılmaz olmasıdır.
Tüm bu sorunlara rağmen, dünya genelindeki uluslararası kuruluşlar, su şirketleri ve hükümetler, kar adına suyun özelleştirilmesi gerektiğini savunmaktalar. 2011 yılında ekonomist Willem Buiter, suyun en sonunda petrolden, bakırdan, tarımsal ürünlerden ve değerli metallerden çok daha önemli bir meta haline geleceğini söylemiştir.
Fakat bu fikriyatın karşısında yeni bir anlayış yükseliyor. ‘Yeniden belediyeleştirme’ olarak bilinen bu anlayışla, halklar ve hükümetler yapılan özelleştirmelere karşı direnmeyi ve sözleşmeleri iptal etmeyi seçiyorlar. TNI’nin (Transnational Institute) 2014 raporuna göre, son 15 yılda 35 ülkeden 180 kent suyun kontrolünü tekrardan belediyelere vermiştir.
Yaşanan bu süreci daha iyi anlamak için suyun özelleştirilmesine karşı dünyanın farklı bölgelerinde verilen önemli mücadelelere ve direnişlere bakmakta fayda var. İşte onlardan bazıları:
Cochambamba, Bolivya, 2000
1999 yılında Bolivya’nın üçüncü büyük şehri olan Cochambamba’da suyun kontrolü, Amerikalı mühendislik şirketi Bechtel ile ortak olan Aguas den Tunari şirketine verildi. Anlaşma, Dünya Bankası ve Amerika Kıtası Kalkınma Bankası tarafından hazırlanmış ve Bolivya’ya halihazırda devam eden kamusal borçlanmalara karşılık bir zorunluluk olarak sunulmuştur. Bolivya’daki özelleştirme, insanların suya ulaşabilmesi için çok az gelişme sağlarken, aksine fiyatların katlanmasını beraberinde getirmiş ve yoksulluk seviyesinin de artmasına neden olmuştur.
Bunun sonucu olarak, Cochambamba halkı büyük ölçekli protestolar gerçekleştirmiştir. 2000 yılının Nisan ayında onbinlerce insan sokaklara dökülmüş ve hükümet özelleştirmeleri geri çekip, suyu tekrardan devlet kontrolüne almak zorunda kalmıştır. Cochambamba Su Savaşları olarak bilinen bu süreç, suyun özelleştirilmesine karşı mücadelede bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Cochambamba direnişi, hem suyun özelleştirilmesine karşı mücadelenin tabandan gelen kitlesel halk hareketiyle başarılı olabileceğini göstermiş, hem de daha sonraki mücadelere ışık tutmuştur.
ATLANTA, GEORGİA (ABD), 2003
Suyun özelleştirilmesine dair sorunlar genellikle gelişmekte olan ülkelere özgü bir olgu olarak görülse de, batılı uluslar da ‘yeniden belediyeleştirme’ sürecini giderek artan bir oranda yaşamaya başladılar. Bu süreci yaşayan ilk şehirlerden biri 2000’li yılların başında Atlanta oldu. United Water isimli şirket, şehrin su işletmesini aldığında, halkın %50 oranında tasarruf sağlayacağı, aynı zamanda şirketin de iki haneli büyüme oranı yakayabileceği sözünü vermişti. Fakat şirket su yönetimini satın aldıktan kısa bir süre sonra, çalışan sayısı %50 oranında azaltıldı ve suyun kalitesi de o kadar bir kötü hale geldi ki bazı evlerde insanlar sularını kaynatmadan kullanamaz duruma geldiler. Ve bunlar olurken fiyatlar da yıldan yıla artış gösterdi.
Halkın artan öfkesiyle birlikte, dönemin Atlanta Belediye Başkanı Shirley Franklin, 20 yıllığına yapılan anlaşmayı, henüz 4. yılındayken feshetmek durumunda kalmıştır. Amerika’da 2002 yılından beri 20’in üzerinde kentte suyun yönetimi tekrardan belediyelere verilmiş olsa da, bu süreç Başkan Obama’nın imzaladığı ‘Su Kaynakları Reformu ve Geliştirilmesi Yasası’ sonrası tehdit altında. Çünkü imzalanan bu yasa, su projeleri için özel sermayenin daha fazla önünü açmakta.
URUGUAY, 2004
Uruguay, 2004 yılında, su hizmetlerinin yönetimini ve satışını özel şirketlere yasaklayan ilk ülke oldu. O dönemde iki özelleştirme denemesine halkın tepki göstermesi sonucunda referanduma gidildi. Yine o dönemde IMF’nin yeni borçlanmalar için yeni özelleştirmeleri şart koşarak artan baskısı ile birlikte Dünya Bankası ve Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (Free Trade Area of the Americas) gibi kuruluşlardan gelen tehditler de sözkonuydu.
Referandumda suyun özelleştirilmesini yasaklayan tasarıya %62’den fazla destek oyu geldi. Bu tasarı, sağlıklı ve kullanılabilir suya ulaşmanın en temel insan hakkı olduğunu ve su politikalarında sosyal etkenlerin, ekonomik kaygılardan öncelikli olduğunu göstermekteydi. Aynı yıl benzer bir yasa Hollanda’da da yürürlüğe girdi. 2011 yılında ise İtalya’da yapılan referandumda 27 milyon kişi, suyun özelleştirilmesinin önünü açan yasanın iptali için ve suyun yönetiminin kamuda kalması lehine oy verdi.
FRANSA, 2005’den bugüne
Veolia ve Suez gibi dev su şirketlerinin evi olan ve su yönetimine özel şirketlerin ilk dahil olduğu Fransa da ‘yeniden belediyeleştirme’ sürecini yaşamakta. 2005 yılından beri 41 farklı yerde suyun kontrolü yeniden devletin eline geçti ve önümüzdeki yıllarda bu sayının daha da artması bekleniyor. 2010 yılında Suez ve Veolia şirketiyle olan sözleşmenin süresinin dolmasıyla birlikte, Parisliler suyun yönetiminin yeniden kamuya verilmesi yönünde oy kullandı. Bu tarihten itibaren, şehrin su temini ‘Eau de Paris’ (Paris’in Suyu) tarafından, ‘su dayanışması’ adını verdikleri bir plan dahilinde yürütülmekte. ‘Su dayanışması’ yoksullara su ücretlerinde indirim sağlıyor ve halkın ücretler ve su ile ilgili yatırımlar konusunda karar alma mekanizmalarına katılımını öngörüyor. ‘Eau de Paris’in ilk yılında, faturalar düşerken belediye de 46 milyon dolar tasarruf etti.
İrlanda, 2014’den günümüze
2014 yılına gelinceye dek, İrlanda OECD ülkeleri arasında suyun bedava olduğu tek ülkeydi. Ancak 2010 yılında Avrupa Birliği ve IMF ile imzalanan anlaşma sonrası, 2014 yılında kamu-özel ortaklığında ‘Irish Water’ isimli bir şirket kuruldu. Bu şirketin kurulmasıyla birlikte, o tarihe kadar genel vergilendirme sistemi içerisinde su kullanımını ödeyen İrlandalılara, ayrı su faturası çıkarılmaya başlandı. Sonuç olarak bu uygulama, 2008’den beri hükümet tarafından dayatılan tüm tasarruf tedbirleri içerisinde en fazla tepkiyi çeken uygulama olmuştur.
Mayıs ayında ülkenin Çevre Bakanı özelleştirme sonrası hane halkının ortalama giderinin 240 euro olacağını ve faturayı ödemeyenler için suyun kesileceğini açıkladı. Fakat halk, bu açıklamaya karşın faturalarını ödemedi ve ‘Irish Water’ 2015’in ilk çeyreğinde faturaların yarısından fazlasını toplayamadı. Bu dönemde, binlerce kişi şarkılar söyleyerek sokaklara döküldü ve suyun özelleştirilmesine ve tehditlere karşı ulusal ölçekte protestolar gerçekleştirdi. Ağustos ayında yapılan bir ankete göre, siyasi partilerin çoğunluğu suyun özelleştirilmesinin referanduma sunulmasını savunuyor. İrlanda halkı, Nisan 2016’da yapılacak olan genel seçimlerde, suyun özelleştirilmesini reddederek diğer ülkere de örnek teşkil edebilir.
Lagos, Nigeria 2015
Nijerya’nın başkenti Lagos, Ağustos ayında, kendine özgü bir ‘su zirvesi’ne ev sahipliği yaptı. İki gün süren bu zirvede, sivil toplum grupları ve dünyanın farklı yerlerinden aktivistler bir araya gelerek suyun özelleştirilmesine karşı izlenebilecek enternasyonel yöntemleri tartıştı. Şirketlerin kamu yararı yerine karını arttırmayı önplana koymasına karşı alteratifleri ortaya koyan bu zirveye Lagos’un ev sahibi şeçilmesinin nedeni, şehrin su yönetiminin yakında özelleştirilecek olması ve buna karşı yerel halkın devam eden tepkisiydi. Bu zirvede kurulan ittifakın amacı (Africa Coalition Against Water Privatisation) sivil toplum ile bu konudaki uzmanlar arasında bir ağ oluşturup suya ulaşmanın bir insan hakkı olarak kabul edilmesine katkıda bulunmak.
Çeviren: Serdar Durukan (Baraka Aktivisti)
Yazının Orjinali: https://www.popularresistance.org/rebelling-against-water-privatization-and-winning/