Geçtiğimiz günlerde ülkemizde açılan PCR karşıtı dava üzerine gelişen tartışmalarda, dikkate değer bir şekilde “şüphe” ve “kuşku” kavramlarına vurgu yapılmaktadır. “Bize her söylenene inanacak mıyız?” “biz şüphe duyuyoruz ve iddialarımız bilimseldir”, “şüphe bilimin temelidir” gibi ifadeler üzerine ben de; şüphenin tecellisine, yani ortayaçıkışına, bilimin ne olduğuna, PCR karşıtları ile komplo “teori”lerine ve paranoyaya dair bir araştırma yazısı yazmaya karar verdim. Komplo kelimesinin yanındaki teoriyi tırnak içine aldım çünkü bilimsel olarak teori dediğimiz şey “birilerinin aklına gelen çılgın fikirler” anlamına gelmiyor.Teori; deney ve gözlem verileriyle desteklenmiş, sınanmış hipotezlerdir.
Şüphe
Şüphe kavramının yazılı tarihteki ilk karşılığı Antik Çağ Yunan köleci toplumunda karşımıza çıkar. Protagoras’tanPyrrhon’a birçok düşünür yaşadıkları döneme ve hayata dair gözlemlerini toparlamaya çalışırken, kendi çıkarsamalarının doğruluğuna duydukları kuşkuyu fark etmiş ve bunun üzerine gitmiştirler. Kuşkularının temellendiği nokta, kendi gözlem ve bulgularının doğru olup olmamasından başlamış ancak sonunda “nesnelerin gerçek yapısı kavranamaz, öyleyse nesnelere karşı tutumumuz yargıdan kaçınma olmalıdır. Sadece böyle yaparsak mutluluğa ulaşırız” gibi sonuçlaravarmışlardır. Kendi bulgularının doğruluğunu bugünün bilimsel yöntemleri ile kontrol edememenin verdiği rahatsızlığı, imkânlarınca ortadan kaldırmak için “kesin bir bilgi edinmek olanaksızdır” demeyi tercih etmişlerdir. Tabii ki sadece kuşku ve şüphe üzerine odaklanmaları, karşılaştıkları sorunun en temelde kendi gözlem ve bulgularını kanıtlayamamaktan, yani bilimsel bir yönteme sahip olmamalarından kaynaklandığını görememelerine sebep olmuştur.
Yüzyıllar sonra Kant’ın bilinemezcilik öğretisine dönüşüyor bu kuşku ve şüphe yaklaşımı… 15. Yüzyılın Rönesans şüpheciliği de dâhil olmak üzere Septisizm(şüphecilik)bilinenin aksine tümüyle bilime karşı, bilinemezci ve yıkıcıbir niteliğe sahiptir. Bu durum 17. Yüzyıl düşünürü Rene Descartes’e kadar bu şekilde devam ediyor. Descartes şüpheciliği bir akım, bir felsefe değil; “kesin bilgiyi buluncaya kadar tüm bilgileri gözden geçirmeye yarayan,tetikleyici bir yöntem” olarak tanımlıyor. Böylece şüphecilik kabaca iki kola ayrılarak devam ediyor yolculuğuna. Birincisi “bilimsel şüphecilik”; bugün de geçerli olan bilimsel yöntemi temeline alan ve bununla paralel gidecek bir şekilde, her sunulanı doğru kabul etmeyip, analitik düşünce ile kanıt üzerinde kontrollü deney ve gözlem yapma arzusu. İkincisi ise inkârcılık; karşısına konulan tüm kanıtlara, nesnel olgulararağmen, görmezden gelme, yok sayma ve sezgiselliğe evrilmiş durumda.
Bilimin Temel Özellikleri
Bilim; araştırma, gözlem, deney sonucu kanıtlanmış,tekrarlanabilir, geçerliliği kabul edilmiş, nesnel, mantıklı, genellenebilir, düzenli ya da sistematik bilgiler bütünüdür.Bilimden şüphe ve bilimsel şüphenin farklarına geçmeden önce, bilimin temel özelliklerine kısaca bir değinmek gerek.
Bilim öncelikle olgusaldır. Bilimin bu özelliği onu din, sanat ve metafizik gibi dallardan ayırır. Olguları açıklamaya çalışırken bilim; eylemsel yanıyla, “gözlem, deney, ölçüm”;zihinsel yanıyla ise “kavram, çıkarım ve hipotezi” kullanır.
Bilimin ikinci özelliği mantıksal oluşudur. Bilimsel bir uğraş ile ulaşılan sonuçların her türlü çelişkiden uzak, kendi içinde tutarlı olması gerekmektedir. Birbiriyle çelişen iki önermenin, ikisinin de doğruluğundan söz edilemez.
Bilimin temel özelliklerinden üçüncüsü nesnelliktir. Bilim insanları, bilimsel uğraşılarında kişisel eğilim, istek ve önyargıların etkisinde kalmamaya, olguları oldukları gibi saptamaya ve yorumlamaya çalışmaktadır.
Bir diğer özellik bilimin eleştirel olmasıdır. Bilim, öncelikle kendi bulgusu veya araştırmasına eleştirel bir yaklaşım geliştirir. Çünkü bu bilimsel metodunun tekrar tekrar çalışmasını sağlayan tetikleyici bir unsurdur. Sonrasında da bilimsel olduğu iddiasındaki tüm argümanlara bu eleştirel yaklaşımı geliştirir. Bilim bu özelliğini sırf eleştirmek için kullanmaz diğer bilimsel bulgu veya argümanların da gelişebilmesi, sınanabilmesi için bunu yapar.
Bilimin bir başka özelliği genelleyici olmasıdır. Bu özellik bilimin tek tek olgularla değil, bir olgu sınıfının paylaştığı özellikle ya da olgular arasındaki bazı ilişkilerle daha çok ilgilendiğini ifade etmektedir. Genele ilişkin bir kanıt, genelleme yapabilmeye imkân veren bir bulgu, bilginin yaygınlığı, işe yararlılığı açısından onu daha kaliteli hale getirir.
Bilim seçicidir. Bilim rastgele yürütülen, olgular arasında seçici olmayan bir gözlem ya da deneyin anlamlı ve güvenilir bir sonuç vermesini beklemez.
Yedinci özelliği ise bilimin belirli kabullere dayalı olmasıdır.Örneğin nesnel gerçeklik, dış dünyanın anlaşılabilir olduğu, dış dünya hakkında bilgi edinmenin değerli olduğu gibi. Yanibilim “hepsi Matrix ulan!” diyerek, bilgisayarlara bağlı bir çeşit pil olduğumuz iddiasından yola çıkıp sanal bir yaşamda yer çekimini incelemeye kalkmaz. Bilim tüm bu özellikleriışığında, genel geçer bir bilimsel metot ile çalışmalarını sürdürür. Peki bilimsel metot nedir?
Bilimsel Metot
Bilimsel düşüncenin oluşması için üzerinde tartışılacak ve teori geliştirilecek olgunun veya nesnenin;
1. Gözlemlenebilir olması;
2. Kavramlarının tarif edilebilmesi;
3. Teoremleştirilebilir olması; Açık ve kesin bir biçimde ortaya konulabilmesi (formüle edilebilmesi).
4. Kestirim yapılabilir olması; Yani teoremin belirlediği sonuçlar, olgu ve olaylar arasında tarif edilebilir ilişkilerin olması. Teoremden anlamlı hükümler çıkarılabilmesi.
5. Sınanabilmesi; Sonuçlarının (hükümler, ilişkiler) tekrar tekrar sınanabilmesi ve doğru netice verebilmesi.
Gereklidir.
Bir düşüncenin veya çalışmanın veya teorinin bilimsel olabilmesi için asgari yukarıdaki niteliklere sahip olması şarttır. Bu öğeleri taşımayan bir düşünce sistemine bilimsel denemez.
Bilimden Şüphe ve Bilimsel Şüphe
Bilimin mevcut sonuçlarından tabii ki şüphe edilebilir ve edilecektir de! Önemli olan bunun bilimsel bir yöntemle yapılmasıdır. Tarihsel olarak hemen hemen her çağda bilimin üretimini elinde tutan, bilimin üretim araçlarına sahip olanlar, bilimi kendi çıkarlarına kullanmaya çalıştılar ve çalışacaktırlar.
Kapitalizm kar maksimizasyonu için elinden geleni yapıyor. Konumuz bağlamında, yaşadığımız pandemiye sebep olan SARS-CoV-2 virüsü için geliştirilen aşıların içeriğini, yapılışını hiçbir şirket açıklamıyor. Halbuki kendileri bu aşıyı geliştirirken, kullandıkları tüm bilimsel veriyi; insanlığın bugüne kadarki patentlenmemiş birikiminden elde ettiler.
Kapitalist mantıkla değil; bağımsız, insanlığın ve ekosistemimizin lehine gelişecek bir bilim için mücadele elbette gerekli ve önemlidir. Bu mücadele sırasında; neredeyse deli saçması, hiçbir şekilde ispatlanamaz, mantıksız, çelişikiddialar ve inançlara yaslanamayız. Bugün sahip olduğumuzçarpık bilim anlayışının temelindeki soruna; anlaşılır, insanlığın yanında, akla yatkın, analitik düşünceye sarılarak muhalefet etmeliyiz. Aksi takdirde bilimin sonuçlarından şüphe ettiğimizi zannederken; bilimin kendisinden şüphe ederken bulabiliriz kendimizi. Bu da; bilimsel bir eleştiriden çok, bilimsel eleştiri yapılmasını engelleyen bir tutumdur.
Bilimsel metot ve yöntemlerden uzaklaştıkça, komplo “teorileri” ve paranoyaya daha çok yaklaşılır. Bu da yalnızca komplo “teori”cilerine değil topluma da zarar verir. Örneğin neden aşının patentinin açılıp, bu illeti yenebilmek için tüm dünya ülkelerine dağıtılmadığını tartışmak yerine; “virüsün var olmadığını”, “PCR’ın yasaklanması gerektiğini” savunan kişiler; bilim insanlarını anlamsız ve manasız iddialarına cevap vermek için meşgul ediyorlar. Sadece bu olsa bir şey değil! Fakat yaşadığımız sorunun niteliği gereği, virüsün yayılıp bulaşması için de ortam yaratılmış oluyor. Çünkü virüsün var olmadığını iddia edip maske takmayan, PCR yaptırmayıp virüsü etrafta yayan kişiler, pratikte birer virüs yayıcısına dönüşüyorlar.
Bilimsel şüphe, bilimin yukarda saydığımız özellikleri ve metodu kullanılarak yapılır ve yapıldığı zaman da gerçekten bilim için gerekli ve yararlıdır. Bilime içkin olan şüphe, merak ve kuşku, bilimin zarafetidir. Dayanaksız ve bilimsellikten uzak şüphe ise; kaba saba bir inanç, biraz da abartılırsa paranoyadan başka bir şey değildir.
Hiçbir zaman kanun olamayacak teori nedir?
Tabii ki komplo “teorisi”. Aslına bakarsanız komplo “teorisi” bir teori bile değildir. Teorinin kanıtlanmış hipotezler olduğunu söylemiştik. Peki “komplo” nedir? Komplo; gerçekliği kanıtlanmış ve gerçek manada tasarlanarak uygulamaya geçirilen gizli planlardır. Karmaşık, gizli, zekice ve provokatif olması özelliklerindendir. Ama ne yazık ki gerçek olmalıdırlar. Komplo “teorisi” ise safsata veşüphe simsarlığı ile iki saygın ve önemli kavramı birleştirip, kelimelerin yalnızca imajlarını kullanarak prim yapan düşünceler ve inançlar kümesidir.
Komplo “teorilerini” savunanların paranoya eğilimi var mı?
Paranoya Yunanca “paranous” kelimesinden gelmektedir. “Para” dışarda, “nous” da akıl anlamındadır. Akıl dışılıktan, aklını kaçırmaya kadar ilerletilebilir. Psikolojide ParanoidKişilik Bozukluğu olarak da bilinen bu hastalığın tabii ki hafif seyirden, ağırlaşan evrelere kadar bir yelpazesi olduğu biliniyor ama kabaca bazı özellikleri şunlardır:
1. Gerçek bir nedeni olmaksızın başkalarının kendilerini kullandığından, aldattığından ya da onlara zarar vermeye çalıştıklarından şüphelenirler
2. İnsanların kendilerine bağlanma sorunu yaşadığını düşünürler
3. Çevrelerindekilere güvenmezler
4. Sürekli kin tutarlar
5. Sıradan sözleri aşağılayıcı olarak algılarlar
6. Nedensiz bir şekilde yakınlarının sadakatini sorgularlar
7. Eleştiriye karşı aşırı alıngan ve hassastırlar
Çağımızda oldukça yaygın olan komplo “teori”cilerininbilinen yaygın iddialarına bir bakalım: Leydi Diana, Elvis Presley, Usama Bin Ladin gibi figürlerin ölmediği iddiası!Dünyanın düz olduğu, aramızda yaşayan uzaylıların olduğu, Amerikan başkanının uzaylı olduğu, Ay’a hiç çıkılmadığı,Leydi Diana’nın İngiliz gizli servisi tarafından öldürüldüğü, SARS-CoV-2 virüsünün(Covid19 hastalığının) olmadığı, SARS-CoV-2 virüsünün biyolojik bir silah olarak üretildiği, Covid19 hastalığının aşısının genetiğimizle oynayarak bizi çiptakılmış kölelere çevireceği ve benzeri gibi oldukça fantastik iddialar.
İddialar incelendiğinde paranoya eğiliminin olduğu anlaşılabiliyor. Bilimsellikten uzak ve akıl dışılığa güzel bir örnek olarak, sosyolog Pia Lamberty’nin 2020 yılında yayınladığı bir makale oldukça şaşırtıcı sonuçlar ortaya koyuyor. Komplo “teori”lerine inanan insanlar arasında yapılan araştırmada, SARS-CoV-2 virüsünün olmadığına inananların aynı zamanda SARS-CoV-2 virüsünün biyolojikbir silah olarak üretildiğine de inandığını saptadılar.
Wood M.J., Douglas K.M., Sutton R.M. 2012 de yaptığı başka bir araştırmada da yine komplo “teori”cilerinin LaydiDiana’nın ölmediğine tüm kazanın bir yalan olduğuna ve ayni zamanda da Leydi Diana’nın gizli servis tarafından öldürüldüğüne inandıkları saptanmıştır. Bu da gösteriyor ki bir komplo “teorisine” inanan başkalarına da inanabiliyor. Tehlikeli bir genel yanlılık oluşturuyorlar.
Bu insanlarla karşılaştığınızda onlara şu soruları sorun: “Deli saçması bulduğunuz, çürütülmesi için uğraştığınız başka kaç tane komplo ‘teorisi’ var?”, “Seninki dışında topluma zararı dokunan kaç tane komplo teorisi biliyorsun?”, “Ne olsa kendi teorinin yanlış olduğunu kabul edersin? Nasıl fikrin değişir?”
Peki, insanlar komplo “teorilerine” neden ve nasıl inanıyorlar?
Komplo “Teori”lerine insanların neden inandığına ilişkin araştırmalarda ortaya çıkan faktörlere bakmak, karşılaştığımız bu gibi olayları daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır.Bilimsel okuryazarlığın yaygın olmaması önemli bir etken fakat genel faktörler şöyle:
1. Analitik düşünme yerine sezgisel düşünme eğilimi;herhangi bir iddiada bulunurken bilimsel kanıt yerine hissi sezgisel fikirlerin daha etkin olması durumu
2. Hiper duyarlı öznelik tespiti; kısaca olan bitenin arkasındaki niyeti okuma çabası denebilir, fakat bu kadar naif kalmadan abartılıp “her olay, her şey kasıtlı ve planlı başka niyetler içermektedir” fikrinin temelsiz büyümesi
3. Örüntü aramak; örneğin, masonların simgesini her yerde görmeye çalışmak. Bilimsel bir dayanak olmadan bir büyük bütünün parçalarının birbiri ile ilişkisi olduğuna inanmak
4. Olayların tek ve basit bir sonucunu bulmaya eğilimli olmak. Hayat bu kadar karışık ve kompleks iken her şeyi tek bir cevapla çözüp, kendilerince hayatı anlamanın mutluluğuna kapılmak.
İçinde yaşadığımız kapitalist sistemin insanlara öğrettiği, sürekli pompaladığı kültür anlayışı; “insan insanın kurdudur”, “gemisini kurtaran kaptan”, “kurnazca kandır, yakalanma kar et” ve benzeri algılar sonunda insanları, paranoyaya eğilimli hale mi getiriyor? Dayanışma, güven, iyilik gibi değerlerin artık yaşadığımız çağda kalmadığına mı inandırıyor? Bunlar gerçekten düşünülesi sorular ve bu tür komplo “teorilerine” inanan insanların neden inandığını anlamak için önemli diye düşünüyorum.
“Aman ne olacak, mantıksızsa mantıksız inanan inansın bize ne” mi demeliyiz?
Kesinlikle hayır. Çünkü bu kadar analitik düşünceden uzak,kendi iddiasına en ufak bir şüphe duymayan, iddiası ile ilgili tüm mantıklı karşı argümanları göz ardı edip henüz bulunmamış, henüz bilinmeyen, destekleyici düşünce kırıntısına sarılan insanlar, ülkemizde de örneğini yaşadığımız gibi bizim toplumsal yaşantımıza kendilerince “iyi niyetleri” ile pervasızca müdahale edebilirler. Covid19’un olmadığına inanıp virüsün yayılmasına, PCR testinin gereksiz ve veya zararlı olduğunu düşünüp yasaklanması için dava açılmasına, aşıların bizi köleleştireceğini düşünüp ortadan kaldırılmasına sebep olabilirler. İnanın bunlar yapabileceklerinin sadece küçük bir kısmı.
Kaynaklar;
https://gelecekbilimde.net/bilimsel-metot-nedir-nasil-isler/
https://bilimselmetod.blogspot.com/2012/01/bilimsel-dusunce-nedir.html
https://doi.org/10.1177%2F1948550611434786
https://doi.org/10.1177%2F1948550620934692
https://doi.org/10.1007/s12144-020-00903-0
https://doi.org/10.1080/13546783.2015.1051586
https://doi.org/10.1002/ejsp.2331
https://doi.org/10.1002/acp.3301
https://www.academia.edu/7252054/%C5%9E%C3%BCphecilik_nedir
https://www.aktuelbilgiler.com/paranoya-nedir-16688h.htm
https://journals.sagepub.com/doi/10.1177/1948550620934692
https://de.wikipedia.org/wiki/Pia_Lamberty
Baraka Aktivisti
Tahsin Oygar