Günümüz Kıbrıslı Türk halkı, Osmanlı İmparatorluğu döneminde coğrafya nüfusunun Müslüman kesiminin büyük bir bölümünü oluşturan ve kapitalist süreçlerin olgunlaşmasının yarattığı milliyetçi dinamiklerle salt Müslüman olarak tasvir edilen bir kitleden Kıbrıslı Türk’lüğe evrilmeden önce kendine biçilen ödevi -Osmanlı hanedanlığının ulvi çıkarlarını korumak- yapmakla mükellefti. Yani tarihin bu evresinde de Kıbrıslı Türkler (Kıbrıs’ın Müslümanları) kendi iradelerini – sonraki yüzyıllarda olduğu gibi- yine kendi toplumsal-siyasal-kültürel pratiklerinde vücuda getiremiyorlardı. Bu toplumun öncüleri “Padişahım Çok Yaşa”’cılardı.
Kıbrıs’ın İngilizler tarafından sırasıyla kiralanıp, ilhak edilmesinden sonra, palazlanmaya devam eden kapitalist gelişim sonucunda Ada’da milliyetçilik akımları güçlenmiş ve bu dönemin ilerleyen süreçlerinde İngiliz sömürge Yönetimi’nin bu coğrafyadaki varlığı tartışmaya aralık bırakır bir konuma gelmişti. Yükselen Elen milliyetçiliği karşısında tesis ettiği düzeni tehlike altında gören sömürge yönetimi, adadaki halkları birbirine karşı kışkırtmaktan imtina etmemiş ve yine Kıbrıslı Türkhalkının öncülerinden kendisine işbirlikçiler seçerek bu uğurda kullanmıştır. İngiliz işbirlikçisi Sir Münir’ler “Kraliçem Çok Yaşa”’cıların önde gelenlerindendi.
Tarihin yakın bir dilimi içerisinde bir diğer öncü oluşum da Türkiye’nin Kıbrıs Başkonsolosu Asaf Bey çevresinde odaklanıyordu. Asaf Bey ve ekibi “Şükran Anavatan”’cılığın Kıbrıslı Türk halkı çevresindeki ilk fitilleyicilerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ekibin pratiğini şekillendiren temel Türk milliyetçiliği ve Kemalist devrimin Kıbrıs’ta bire bir uygulanması oluyordu. Yine bir empoze, yine dıştan bir kurtuluş reçetesi.
Tarihin uzun yollarında biraz daha ilerleyince, Dr. Küçük’ün ve Denktaş’ın Kıbrıslı Türk halkının çıkarlarını Türkiye’nin çıkarlarıyla örtüşmesine angaje ettiğini görüyoruz. Bu dönemde “Şükran Anavatan”’cılığın kalbini besleyen damarlar daha da gelişiyordu.
Emperyalist odakların çıkarları doğrultusunda ayrılıkçı bir nizam tesis edilmiş ve kktc tarih sahnesinde kendi rolünü oynamaya hazır hale getirilmişti. Yıllarca Denktaşlar ile Eroğlular ile iradesizleştirilmiş, yetkisiz-sözsüz- kararsız bırakılmış Kıbrıslı Türk halkı orada dururken, toplum öncüleri şükranlarını sunmaya devam etmişti.
Kıbrıslı Türk halkı bu gerici yapıdan dolayı mağdur olup toplumsal muhalefeti su yüzüne çıkarmaya başlayınca, buradan ortaya çıkan rüzgarı arkasına alan CTP, muhalefetteyken dillendirdiği “Biz yöneteceğiz” temelli argümanıyla Kıbrıslı Türk toplumunun nezdinde bir umut ışığı olmuştu. Ancak takunyalı Mehmet Aliler ile, bu umutların karşılığını bulmasına liberal liberal setler çekmiştir. “Türkiye’de olsam AKP’ye oy verirdim”’ciler gücü elinde bulunduranlardı.
Gördüğümüz üzere Kıbrıslı Türk halkının öncü kadroları hiçbir dönemde kendilerini ve toplumlarını özne olmaya doğru yönlendirememiş, tam da aksine her ayrı dönemde nesne konumuna itmişlerdir. Coğrafyanın ve üzerinde yaşayan halkların özgün koşulları temelinde tavır geliştiremeyip, emperyalist ve sömürgeci politikaların birer hizmetkarı olmaktan öteye geçememişlerdir.
Kıbrıslı Türk halkının öncüleri olanların yaklaşımlarını alt alta yazıp bir bakalım:
Padişahım Çok Yaşa
Kraliçem Çok Yaşa
Şükran Anavatan
Türkiye’de olsam AKP’ye oy verirdim
Ve alttaki boşluğu olması gerekeni yazmanız üzere bırakalım.
Yusuf Özgü Sertel
Bağımsızlık Yolu