Bu günkü yazımı sudan bir meseleye ayırdım. Baraka Kültür Merkezi, bu meseleyi iki yıl öncesinden beri seslendirmeye başlamıştı… Az sonra okuyacağınız sudan yazı, 8 Ekim 2012 tarihinde, Afrika Gazatesi’nde yayımlanmıştı.
Çocukken, oyundan kalkmaya ya da sıcak yatağımdan çıkmaya üşendiğimde “anne su!” diye seslendiğim olurdu. Bu çocukça kabalığımın neticesinde, annemin yorgunluk durumuna göre bazen bir bardak suyla gelen şefkatli bir anne, bazen ise “az ye de bir hizmetçi tut kendine!” cevabını bulurdum karşımda… Ama her iki ihtimalde de bir şart koşma söz konusu değildi; “su veririm ama oyuncağını alırım” ya da “getirdiğim su karşılığında odanın bir bölümünü gasbeder kirli çamaşır sepetini oraya koyarım” demezdi annelerimiz.
Evkafın su meselesi misali, yıllardır gündemde olan bir konu var; “ana”dan “yavru”ya su taşınması… Balondu tankerdi derken denizin altından geçirilecek bir boru hattına karar verildi, anlaşmalar yapıldı, ihalelere çıkıldı, temeller atıldı… Dünyada bir ilk olacak bu “asrın projesi”yle, içme ve kullanma suyu sıkıntımız, tarım ve seracılıktaki sorunlarımız hepten sona erecekmiş! Anamur Çayı üzerine kurulacak Alaköprü Barajı ve HES (Hidro Elektrik Santrali) sayesinde anamızdan bize oluk oluk su gelecekmiş…
İyi de aynı anamız değil mi, ülkemizi kumarhane ve karhane “cenneti”ne çeviren, üç beş senede bir bize ekonomik yıkım paketleri gönderen! Daha geçenlerde, aynı anamız değil miyidi bizi umursamadığı mesajını veren; “orada stratejik çıkarlarım var” diyen… Şimdi bu suyu, Kıbrıslı Türk halkının yüzü suyu hürmetine getirdiğine nasıl ve neden inanalım? O halde şu anlaşmaya biraz daha yakından bakalım…
O anlaşma ki entegrasyondan da öte vilayetleştimeye doğru bir adım, o anlaşma ki suyun ticarileşmesine, özelleşmesine bir hazırlık ve o anlaşma ki en temel insan haklarından olan su hakkına bir darbe, doğanın talan edilmesine bir vesile…
2010 yılında İrsen Küçük ile Cemil Çiçek imza koymuştu “TC-kktc Arasında kktc’nin Su İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin Çerçeve Andlaşması”na. Su küçüğün söz büyüğün derler ya; malum İrsen küçük olunca TC, sözünün tüm ağırlığını koydu masaya.
Proje kapsamında deniz altında ve kktc’de inşa edilen tüm tesislerin mülkiyeti, inşasına başlandığı andan itibaren TC’ye ait olacak. Boru hattıyla kktc’ye TİCARİ amaçlarla arzedilecek su, Geçitköy Barajı’na kadar TC’nin mülkiyetinde olacak. TC, kktc’nin topraklarını ve boru hattını kullanarak üçüncü ülkelere su satabilecek (Madde 2). Suyun satış bedeli, yatırım, finansman, işletme ve yenileme maliyetlerini karşılayan makul bir kar oranı ile belirlenecek (Madde 3). Proje için ithal edilen malzemelerden ve yapılan işlemlerden vergi alınmayacak. (Madde 4)
İşte ananın yavruya layık gördükleri böyle… Sanki de amacı bize su getirmek değil, buradaki egemenliğini pekiştirmek hatta artırmak, Ortadoğu’ya su satmak ve ihaleleri dağıtacağı yandaş şirketleri vergi muafiyetleriyle memnun etmek…
“E n’apalım yani susuz mu kalalım?” diyenlerimiz, kolaycılığa kaçmadan bir kez daha düşünmeli su kaynaklarımızı doğru ve ekolojik kullanıp kullanmadığımzı… Adamızın tümünde, Kıbrıs halklarının söz sahibi olması halinde doğal kaynakların ne denli zengin ve işlevsel kılınabilececeğini… Türkiye ve dünya halkları, su hakkını ölümüne bir mücadeleyle savunurken bizim, sessiz sedasız bir şekilde, suyumuzu alınır satılır bir metaya dönüştürmelerine göz yumduğumuzu…
Diğer taraftan, bu proje için Anamur’da dört köy su altında kalıyor… İnsanlar evlerinden, geçmişlerinden, anılarından, bir daha dönememek üzere koparılıyor ve başka yerlere yerleştiriliyor. Çok gezen mi bilir çok okuyan mı sorusuna, okuyarak gezen cevabını verdiğim yıllarda, Anadolu’nun güney doğusunda barajlar sebebiyle su altında kalmış olan yerler hakkında okumuş ve merak edip gidip görmüştüm. İstimlak bedelini dahi tam olarak alamayan köylüler, kendilerini ait hissetmedikleri ve adeta prefabrik derme çatma mahallelerde yaşamaya mahkum edilmişlerdi. Üzerinde daha meyveleri duran ağaçları, yıllardır ürününü aldıkları tarlaları, köyün gençlerinin inşa ettiği okulları, ibadet ettikleri camileri, cemevleri sular altında idi… Yaşlılar, her gün su kenarına gidip saatlerce ve sessizce oturuyor, belki de o çok güvendikleri devlet büyüklerinin her zaman haklı olmadığını ilk kez
düşünüyorlardı. Şimdi buna benzer bir yerinden yurdundan etme hadisesi, Anamur’da, yavru vatana su götüreceğiz kılıfıyla tekrarlanıyor. Üstüne üstlük buna “barış suyu” diyerek…
Türkiye halkları Anadolu’nun dört bir yanında HES’lere karşı kitlesel direnişler örgütlüyor. Su hayattır satılamaz diyen devrimciler, öğretmenler üzerlerine biber gazı sıkılarak öldürülüyor. Mahkemelerden yürütmeyi durdurma kararları alıyor, davaları kazanıyor yine de inşa edilen HES’lere karşı mücadeleye devam ediyorlar. Köylü kadınlar, HES inşa edecek şirketlerin temsilcilerini köylerine sokmuyor, dere kenarında ellerinde kızılcık sopasıyla nöbet bekliyor, geleni pataklayıp gönderiyorlar…
Çünkü biliyorlar ki; su, ticari bir mal değil, tüm canlıların yaşamını sürdürebilmek için ulaşmaya hakkının olduğu doğal bir varlık, ekolojik sistemin bir parçasıdır. Tüm canlıların sudan yararlanma hakkı vardır. Hiçbir canlı kendisinin su ihtiyacının daha önemli olduğunu ileri süremez. Su, bulunduğu ortamın asli unsurudur. Hiçbir şekilde yatağı değiştirilemez, bulunduğu alandan başka bir alana taşınamaz. Doğal yaşam ile su ilişkisini dikkate almayan hiçbir karar, uygulama, yasal düzenleme kabul edilemez. Suyun kullanımı; ekolojik, çevresel, kültürel ve sosyal sürdürülebilirlikten uzak ele alınamaz. (Derelerin Kardeşliği Platformu ilkelerinden bazıları)
Taşıma suyla değirmen dönmez der eskiler… Anadolu’dan getirilecek suyun bir ömrü olacaktır mutlaka. Ayrıca suyu taşıyacak boruların ömrünün elli yıl civarı olduğu da belirtiliyor bazı kaynaklarda. Ya sonra… En temel yaşam maddesi olan suyuyla dahi, tümüyle TC’ye bağlı hale gelmiş olan bir halk kalıverecek orta yerde… Ondan sonra, Ankara ne paranı ne suyunu diye bağıramayacak bile… Öte yandan, daha şimdiden denizi kirleterek, deniz canlılarının yaşam alanlarını bozarak inşa edilen millerce boru ve sanayi atığı, Akdenizin içinde çöp haline gelecek, tüm ekosistemi etkileyecek.
O halde duyarlı insanlara, çevre ve ekoloji örgütlerine, özelleştirme ve ticarileşme karşıtı sendikalara, demokratik kitle örgütlerine, partilere, meslek birliklerine, kısacası bu ülkenin bu halkın geleceğine sahip çıkan herkese tarihsel bir görev düşüyor şimdi… Ya su hakkımızı sessiz sedasız egemenlerin ellerine teslim edeceğiz ya da hepsinin köküne kibrit suyu deyip mücadele edeceğiz…
Nazen Şansal – Baraka Aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.