Bilindiği gibi yaklaşık 5 yıl önce Türkiye’den Kıbrıs’ın kuzeyine boru ile denizden su getirme projesi başlamıştı. Kimi zaman eski Cumhurbaşkanı’nın hayali, kimi zamanda dünyada eşi benzeri olmayan bir proje şeklinde pazarlanan bu deniz altında su getirme projesi, 5 yıllık süre zarfında yerli işbirlikçilerin hamasetleri ile anavatan’a şükran edip duruluyor; ayrıca TC’den gelen yetkili bakanların 20 Temmuz, 29 Ekim gibi “milli” bayramlarda fetih edasıyla bu pek muhteşem projenin bitiş tarihi ile ilgili atıp tutulsa da bir türlü bu su getirilemiyordu…
3 ay, 5 ay, 1 yıl, 3 yıl sonra derken su, geçtiğimiz günlerde ilk kez akmaya başladı…
Gelen suyun ilk kalite-kontrolünü bizatihi kendi avuçlarıyla test eden yine pek muhterem bakanımız Sucuoğlu’nun onayı da alındıktan sonra, bu önceleri imkansız gibi görünen projenin tamamlanması ile ülke genelinde yaşanan mutluluğu anlatmayayayım…
Bu su getirme projesi ile ilgili birçoklarımız projenin mümkünatına yani denizden getirilmesinde başarılı olup-olmayacağına odaklandığı için inşaat aşamasındayken hakkında hiçbir kelam edilmedi, nihayetinde gelen su ile beraber borularda akmaya başlayınca, sorunlarda konuşulmaya başlandı: Suyu kim yönecek?
Malum bugün yaşadığımız toplumdaki herhangi bir konu hakkında genel bir nabız yoklamak istiyorsak, toplumun geneli açısından olmasa da kendi çevremiz dahilinde toplumun mikro düzeydeki tutumunu görmek için facebooktaki çevremizin tepkilerini gözlemleyebiliriz…
Bu su projesinin çok uzun bir zaman süren yapım aşamasında, toplumda elle tutulur bir tepki veya sevinç olduğu söylenemez. Fakat ilk damlanın akması ile mümkünatı onaylanan bu projenin, beraberinde getirdiği sorunlarla birlikte kamuoyunda oluşmaya başlayan yönetim ile ilgili genel kanı; liberal piyasa mantığının kemikleştirdiği “parayı veren düdüğü çalar” düzeyindedir malesef…
Şimdilerde ve daha inşaat aşamasındayken, gelecek olan suyun topluma hizmet adı altında, sankide bedava dağıtılacak ve ülkedeki su sıkıntısının ortadan kalkacağı bir dev proje gibi lanse edilmesinden dolayı, şuan en kolay tabirlerle fikir paylaşanların “yönetim” dendiği zaman kastedilen şeyin ne olduğu ile ilgili kafa yorduğunu düşünmüyorum…
Zannediliyor ki, doğada yaşayan keklikten tutun da, bahçede yetişen böğrülceye kadar… Evimizde, işyerimizde dilediğimiz gibi kullanabileceğimiz bu temiz ve sağlıklı suyun dağıtımı ile ilgilidir bu sıkıntı…
Yönetim en basit tanımı ile bakacak olursak dahi: “Belirli birtakım amaçlara ulaşmak için başta insan olmak üzere, parasal kaynakları, araç-gereçleri, hammaddeleri ve zaman faktörünü birbiriyle uyumlu ve etkin kullanmaya olanak verecek kararlar alma ve bunları uygulatma süreçlerinin toplamı”dır…
Kapitalizmin insana bakış açısını hesap ederek düşünecek olursak, tanımda bahsedildiği ‘başta insan’a dendiğine aldanmayın… Halen daha bu su ile ilgili amaçların ne olduğunu bilmesek de az çok kestirebileceğimiz gibi “parasal kaynakları, araç-gereçleri, hammaddeleri ve zaman faktörünü birbiriyle uyumlu” kullanmanın nasıl bir şey olduğu özellikle TC ile kktc arasındaki ilişkilerde bir çok örneği mevcutken, bunun mümkünatı konusunda ahkâm kesmenin bir manası yok…
Göklere çıkaracak kadar olmasa da sadece bu basit tanıma dahi bakılarak, ülkemizde bulunan ve herkese yeteciğini düşündüğüm su ve yeraltı kaynaklarının yönetimi konusunda sermayeye teslim olan devlet anlayışı hakimken şimdi bu dev projenin yine sermayeye devredilmesi söz konusu…
Caf caflı, çekici ve reklam kokan hareketler bir tarafa, bugün ülkemizde bulunan su yollarının yani akarsu yataklarının TC ve kktc’deki inşaat sektörüne teslim olmasını engelleyen olmadı…
30 yıl evvel herkes çeşmesinde su içebiliyorken bugünkü şartlarda ve teknolojik imkanları da göz önünde bulundurursak marketten şişe ile su alır duruma geldiğimizi düşünün… Sermayenin yönetim anlayışında “başta insan olmak” üzere darken kastedilen şeyin bu yüzden manasından çok uzakta olduğu ortadadır…
Ki zaten, bu proje ilgili inşaatı yürüten şirketin “Kalyoncu İnşaat”, AKP’ye yakınlığı ile nam salmış, AKP – Cemaat arasındaki çekişmeler sonucu internete düşen videolarda adı geçtiği biliniyor…
Siyasetin “başta insan” desturu ile hareket eden yönetim anlayışına bakarak bu suyun yönetiminin nasıl olacağını düşünmek gerekiyor…
Kaldı ki, sürekli bağımsızlığından dem vuran bir ülkenin; bir yandan meydanlarda, sokaklarda, okullarda bağımsızlığı kendisine karakter edinerek övünmesi diğer yandan uygulamaya bakıldığı zaman iradesizliğin ve bağımsızlığından zerre kadar nasibini almamış bir pozisyonda olması kadar absurdlük olamaz…
Ayrıca suyun geçeceği her noktada, toprağın da beraberinde sahiplenileceğini de unutmamak gerekir… Halbuki nerede öyle yağma: hem ülkeye dev yatırım adı altında su getirip satacak ve bundan para kazanacaksın, hem bunun yönetimi yani fiyatı- suyun dağıtımı v.s. ile ben ilgilenecem diyeceksin hemde suyun geçtiği tüm toprak parçasını da zimmetine talep edeceksin…
Bizim yerli işbirlikçilerde “yaşasın anavatan” diyerek buna alkış tutacak…
Ayrıca “bağımsızlık benim karakterimdir” diye her köşe bucağı dolduracaksın…
Siyasette mizahı muhalefetten çok devletin kullandığı ender yerlerden biridir heralde bu kktc…
Su en temel insan hakkıdır. Ve bir devletin topluma su, yani yaşam kaynağını satması kadar ayıp bir şey olamaz… Allahın bir suyunu dahi toplumuna veremeyen bir devletin, bağımsızlığı karakter edinmesi çok alkışlanacak birşey değil… Aksine bir yanı acı, bir diğer yanı ise komiktir…
Eğer bir suyu dahi karşılayamayacaksa bir devlet neye muktedirdir…
Bugün bağımsızlığı devlet gibi karakter edinenler, en önde bağırması gerekir; ben bağımsız bir devletim, suyu ben yöneteceğim ve kendi toplumuma da bedava vereceğim…
Salih Batak