Su Hepimizin Hakkı, Peki Ya Diğerleri?

Su konusuna dair anlaşma taslağı ortaya çıktıktan sonra, haklı bir şekilde çok ciddi tepkiler yükselmeye başladı…

 

Su gibi temel bir ihtiyacı hem artık çok daha pahalıya kullanma tehlikemizin olması, hem doğal ve yerel kaynaklarımızın dahi özel şirkete devredilmesi, hem de böylesi yaşamsal bir ihtiyacın bir şirketin kâr etme amacına tabi kılınması haliyle pek çok kesimin tepkisini çekti…

 

Anlaşmanın detaylarını bilmeden önce suyun gelecek olmasını olumlu karşılayanların pek çoğu bile, anlaşmanın detayları ortaya çıktıkça aslında var olan durumun “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” hali olduğunu fark etmeye başladı…

 

Su konusu ile ilgili pek çok şey yazıldı konuşuldu; yazılıp konuşulmaya devam da edecek. Ayrıca toplumsal muhalefet de çok doğru bir şekilde bu konuda bir ortaklık temelinde mücadele etmek kararı aldı. Su konusu ilerleyen günlerde gündemde kalmaya devam edecek, etmeli de. Ancak bu yazıda, başka bir noktaya değinmek istiyorum : “Kamusal haklar”, yani bizlerin, halkın hakları…

 

***

 

Bizim ülkemizde “devlet”, ekonomik anlamda “olumsuz” bir aktör olarak resmedilir hem emek kesimleri hem sermaye kesimleri tarafından. Bunda da her tarafın kendince haklı olduğu noktalar zaten fazlasıyla var. Ancak durum böyle olunca, ekonomi hakkında yapılan tartışmalar, kısır ve yanlış bir ikilik zeminine hapsoluyor : Ekonomide devletin mi rolü olsun, özel sektörün mü ?

 

Böylesi yanlış bir ikilik bir kez mutlak tercih zemini olarak kabul edildiğinde, pek çok emekçi ya da emek siyaseti yanlısı kesim bile, ister istemez “tamam ekonomik kaynaklarımızı özel şirketlerin çıkarlarına teslim etmeyelim ama, devletin de hali ortada. Devletin ekonomide ağırlığı olunca ya ekonomide verimsizlik yaşanıyor, ya da daha kötüsü popülist politikalar sonucu ekonomik kaynaklar sadece hükümet eden parti(ler)in yandaşlarının işine yarıyor” noktasına savruluyor…

 

Halbuki bir “üçüncü yol” daha var, o da “kamusal ekonomi”…

 

Bugün “sol düşünceye” ait en ciddi yanılgılardan biri, solun ekonomiye yaklaşımının “devletçi” olduğudur…

 

Halbuki sol için bugünkü anlamıyla devlet “ekonomiyi yönetmesi ve işletmesi gereken kurum” değildir. Zira devlet dediğimiz yapının nasıl şekilleneceğini belirleyen şey, toplumdaki güç dengeleridir ve devlet, basitleştirerek söylemek gerekirse, toplumdaki güç dengelerinin bir “yansımasıdır”…

 

O yüzdendendir ki sol için öncelik “nasıl olursa olsun devlette iktidarı almak” değil, toplumsal yapıyı dönüştürmek ve toplumdaki güç dengelerini emekçilerin lehine getirmektir…

 

Toplumsal bir dönüşümü gerçekleştirmeden, ya da en azından böyle bir girişimde mesafe kat etmeden iktidara gelen sol, ya artık zaten sol olmadığı için iktidara gelebilmiştir (CTP bunun en güzel örneğidir), ya da ortada baskıcı bir yönetim var demektir…

 

***

Ekonomik kaynakların nasıl işletileceği ve yönetileceği üzerine düşünürken, “özel şirketlere mahkum olmayalım ama devletin de hali ortada” ikileminden bizi kurtaracak olan yaklaşım, işte tam da yukarda anlatılan sebeplerden dolayı, “kamusal haklar” yaklaşımıdır.

 

Bizler bugün özelleştirmelere ve özel şirketlerin ekonomide daha da baskın hale gelmesine karşı çıkarken, bunu mevcut devlet yapısını halkın yararına bulduğumuzdan ya da mevcut devlet yapısının “en verimli ve sağlıklı ekonomik yönetim modeli” olduğunu düşündüğümüzden yapmıyoruz…

 

Mevcut devlet yapısı, halkın haklarını, kamusal hakları koruyacak ve geliştirecek yapıdaki bir devlet değildir…

 

Bugün bizim ihtiyacımız olan şey, barınma hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, iletişim hakkı, su hakkı, toplu taşıma hakkı, ısınma hakkı (ve Kıbrıs’ın kuzeyi özelinde düşündüğümüzde, belli dönemlerde aşırı sıcaklardan korunma hakkı) gibi haklara, halkın her kesiminin zorluk yaşamadan erişebileceği bir ekonomiyi inşa etmektir…

 

Bu da elbette alternatif bir ekonomik programın, bir kamusal ekonomi programının sol kesimlerce gündeme alınması gerekliliğini ortaya koymaktadır…

 

Sol kesimlerin iki yanılgıdan kurtulması gerekmektedir :

 

1 – Sol sadece “karşı çıkmaz”, aynı zamanda “inşa eder”; o yüzden “hayır” deme gücümüzü ortaya koyduğumuz kadar, sadece tepkilerle ve muhalefetle yetinmeyen yaratıcı ve yapıcı alternatiflerden de söz etmek elzemdir.

 

2 – Mevcut devlet yapısını ve devletin ekonomideki işlevini eleştirmek, özel şirketlerin çıkarları üzerine kurulu bir ekonomiyi savunmak değildir. O yüzden solun devlet kurumlarına, kooperatiflere, belediyelere, elimizde kalan birkaç KİT’e sahip çıkarken ve onların özele devredilmesine karşı çıkarken, aynı zamanda bu kurumların ve yapıların mevcut durumlarının da eleştirisini verebilmeli, ve onların kamusal bir ekonomik hizmet verecek yapıya bürünmeleri için de mücadele etmeliyiz.

 

***

Üçüncü bir yol var…

 

Ancak bu yol, üzerinde hiç insan yürümemiş bir toprak parçası misali, açılmayı bekliyor…

 

Bu yol, biz yürürsek var olacak…

 

Yürüyelim…

 

Celal Özkızan

Bağımsızlık Yolu