Sosyalizm Altında Karlı Günler – Owen Hill

İnsan ihtiyaçlarının kârlardan üstün olduğu bir dünyada kışlar nasıl geçerdi?

Geçtiğimiz kış, Portland’da (Amerika’daki Maine eyaletinin en büyük şehri) uygulamaya konulan park yasakları ve berbat hava şartları nedeniyle kabus gibi bir sekiz hafta yaşandı (Kış aylarında Portland şehrinde yerde biriken karı temizleyebilmek amacıyla arabalar için park yasağı uygulanıyor).

Bu durum küçük bir sorun gibi görünüyor olsa da E.J. Graft’ın New York Times’da yayınlanan “Boston’da Cehennemden Gelen Kış” başlığıyla kaleme aldığı makale durumu özetliyor:

“Burada yaşayan bizler için durum, o kadar da iç açıcı değil. Oldukça ürkütücü olan bu doğal afet olayı bizi yavaş yavaş mahvediyor. Etrafta yüzen cesetler ya da yıkılmış evler olmasa da bunun bir felaket olmadığı inkar edilemez.”

Aslında kışın, bu kadar çekilmez olması kardan ziyade, kar fırtınasının neoliberalizmle kesişmesindendi. Dana Mittenbacher’ın Sosyalist İşçiler’de de söz ettiği gibi Boston’daki toplu taşımacılık neredeyse tümden çökmüş durumdaydı. Bu çöküşün nedenleri arasında toplu taşımacılık için ayrılan bütçedeki kesintiler, bu alana yeterli fonun ayrılmaması ve bu sektörün serbest piyasaya açılması vardı. Böylece altyapı güçsüz bırakılmıştı.

Portland’daki kadar vahim bir durum olmuyor olsa da Maine ve aynı zamanda Massachusettes şehirlerinde, yollardaki çukurlara, temizlenmemiş kar yığınlarına, ve tehlikeli olan buzlanmış kaldırımlara şöyle bir baktığımızda aynı doğal ve de sosyal güçlerin yürürlükte olduğunu görüyoruz.

Ayrıca toplu taşımacılığın yok edilmesi neoliberalizmin kış fırtınalarıyla sunduğu en kötü durum değildi. Neoliberalizm ayrıca, işyerlerindeki üretim artışı, sosyal güvenlik ağlarının yok edilmeye çalışılması ve toplumun çatlaklar oluşturularak parçalanması şeklinde de kendini gösteriyordu. Tüm bu neoliberal politikalar insanları yıldırmak, korkutmak, ayrıştırmak ve yalnızlaştırmak için uygulanıyordu.

İnsanlar her geçen haftada daha da umutsuzlaşırken kar fırtınaları aşağı yukarı aynı şekilde devam ediyordu. Toplu taşımacılık durma noktasına gelmesine rağmen işyerleri tatil edilmedi fakat çocuklar için aynı durum söz konusu değildi. Onlara kar tatili verildi.

Tatile giren çocuklarını kime emanet edeceğini bilemeyen, kötü hava şartları nedeniyle kaçırdıkları vardiyaları için yövmiyelerinden kesilen, tıkabasa dolu trenlerde itiş kakış yolculuk yapan insanlar elbette ki daha stresli olmaya başlamışlardı. Kar, bu insanlar için keyiften ziyade başa çıkılması zor bir duruma dönüşmüştü.

Doğanın tüm hareketleri gibi zorlu geçen kış mevsimi de insanları farklı şekillerde etkiliyordu. Kimileri evindeki şöminenin karşısında dışardaki soğuğun keyfini çıkarırken kimileri de maruz kaldıkları zor şartlar yüzünden kışı sadece bir tehdit olarak hissediyordu.

Kar sonrasında yerde biriken karların temizlenmesi ve güçlükle yürünen yolları saymazsak elbette karın da keyifli tarafları vardı; kar topu oynamak ve kayak yapmak gibi. Tüm bu deneyimler birbirleriyle çelişerek önümüzde dursa da bütününe baktığımızda, kışın insanların günlük yaşamında çizdiği resmi görüyorduk.

Tüm bu doğa şartlarının insanlara yaşattıkları, kapitalizm altında zayıflatılarak ya da göz ardı edilerek sunuluyordu. Bir yanda acı çeken insanların bir kenara atılması, göz ardı edilmesi dururken diğer yanda da dur durağı olmayan iş yükünün karşısındaki körelmişlik vardı. Bu teslimiyetçi durum tesadüf değil, tamamen kapitalizmin doğasındandı.

Kapitalizm, ne insanoğlunun ihtiyaçlarını gidermeye ne de isteklerini karşılamaya yönelik bir sistemdir; bunun yerine kapitalizm, insan ihtiyaçlarını, ancak kâr etmenin önceliklerine tabi tutulduğu ölçüde karşılar . Bir ürünün en temel ihtiyaçları karşılıyor veya en büyük istekleri tatmin ediyor olması, yeterli kârı sağlamadığı noktada hiçbir anlam ifade etmez. Eğer bir ürün “yeterince” kâr sağlamıyorsa, o ürün önemsizdir. Mevcut düzendeki tek geçerli soru şudur diyebiliriz; “Bu ürünü satarak para kazanabilir miyiz?”

Öncelikle emin olabilmek için bu soru sık sık olumlanır. Kayak merkezleri, kar ayakkabısı, ceket ve sıcak çikolata üretici markalar genellikle bu soruyu kesin bir dille evet diye cevaplar. Bu üreticiler arasında, temel insani ihtiyaç ve istekler önemli olsa da, sıcak çikolata içeceğinin tüketimi hepsinden daha önemlidir.

Bazen de cevap, hayırdır. Bu işletmeler kar nedeniyle çalışanlarına ödenekli izin vermesi durumunda zarar edeceklerdir. Peki ya ödeneksiz izin verip çalışanlarını, ev kirası ve ısınma faturalarını ödeyemeyecek durumda bırakmak mı kârlıdır? Kısacası karın çizdiği imajın çok güçlü bir pazarlama stratejisi olduğu düşünülse de durum tam tersidir.

Kar aslında işgücünü verimsizleştirmektedir, Amerika’da çok popüler olan ve Kasım ayının son cumasında yapılan indirimli alışveriş gününde (black Friday) yapılması beklenen satışı da tehdit etmektedir. Diğer yandan ise nakliye ücretlerinde artışa neden olurken kamusal altyapının iyileştirilmesi için de vergi artışı ihtiyacı yaratmaktadır. Kapitalistler, gri gökyüzünün ve yağan karın da kapitalizm için olduğuna ikna olmuş durumdadırlar. Sadece bu durumu serbest piyasanın önündeki bir engel olarak görmektedirler. Mutlaka aşılması gereken bir engel.

Kapitalizmin uluslararası bir yarış sistemi olduğunu hatırlamak önemlidir. Yani, tüm bu zorluklar yüzünden belli bir bölgedeki tüm kapitalistlerin kâr yapmaları sınırlansa da uluslarası ve ulusal alandaki rakipleri için aynı durum söz konusu değildir. Öyle ki, bu şirketler kardan muzdarip rakiplerinin üzerinden avantaj sağlayabilecekleri mükemmel bir fırsat yakalamışlardır.

Bu sonsuz döngü kapitalistlerin bireysel kusurlarından ziyade mevcut sistemin bir ürünüdür. 2014 – 15 kışı karşısında, toplumun yaşadıklarının hafifletilememesi bireysel acımasızlık ya da umursamazlıkla alakalı değildir. Bu tamamıyla kapitalizmin mantığıdır.

Tüm bunlar akla şu soruları getiriyor; Daha farklı bir dünyada kışlar nasıl geçerdi? Sosyalist bir toplumda neler değiştirilebilirdi? Öyle ki sıradan insanların demokratik bir şekilde işyerlerini ve de kendi dünyalarını kontrol edebildiği bir toplum düzeni, kış mevsiminin kendi içindeki zorluklara ve güzelliklere farklı şekillerde nasıl yön verirdi? Zorluklarla başa çıkmaya çalışılırken aynı zamanda keyifli şeylere de yer verilir miydi?

Elbette, çünkü böyle bir toplum herkesin dahil olduğu demokratik bir düzen temelinde oluşturulurdu. Yine de toplumun böyle bir kışla nasıl mücadele edeceğini peşinen söylemek pek de mümkün değil gibi. Fakat biraz cesaretle, bazı varsayımlar üzerinden fikir yürütmeye değer sanırım. Başka hiçbir neden olmasa bile özlemlerimiz ve umutlarımız, başka bir dünyanın mümkün olduğunu yeniden doğruluyor gibi.

Öncelikle sosyalist bir toplumda önceliğin temel insan ihtiyaçlarına verileceğini söylemekte fayda var. Bomboş duran evler, evsiz insanların kullanımına verilirdi. Gereğinden fazla inşa edilen evlerin neden olduğu evsizlik krizine hızlı ve mantıklı bir çözüm sayılabilir. Bu kriz 2007’de patlak verdiğinde Büyük Bunalım’a neden olmuştu.

Muhtemelen ev sahibi olmak hak haline getirilirdi. Ayrıca ev sahibi olma hakkı yanında ısınmak da hak olurdu. Böylece insanlar, öldürücü soğukları atlatabilmek için başka şeylerden tasarruf etmeye çalışıp ısınmaya para ayırmak zorunda kalmazdı.

İnsanların temel ihtiyaçlarına öncelik verilen bir toplum düzeninde şehirler ve bu şehirlerdeki ulaşım sistemleri de temelden dönüştürülürdü. Kış ayları boyunca en temel sorunlardan olan sokaklardaki karın temizlenmesine hatrı sayılır bir bütçe ayrılırdı. Diğer yandan güzel havalarda bile düşüncesiz sürücülerin saçma sapan hız yapmaları yüzünden yayalar için oluşturdukları tehlikeler ve diğer taraftan özellikle kış aylarında yollardaki buzlanmalardan kaynaklı oluşabilecek tehlikeler de göz önünde bulundurularak buna da bir çare düşünülürdü.

Sosyalist düzende demokratik bir şekilde planlamış bir şehrin ulaşım sıkıntıları şüphesiz toplu taşımacılıkla, özellikle de tren sistemiyle çözülmeye çalışılacaktı. Tren, daha güvenli bir ulaşım şekli olmakla birlikte trafik ve park sorununu da ortadan kaldıran bir sistem olurdu. Önceden trafik ve yoğun araba kalabalığı nedeniyle tehlikeli bulduğumuz yerler, sosyalist düzende karın keyfini çıkarmak için kullanacağımız mekanlara dönüştürülebilirdi. Şöyle ki; araba park yerleri yerine kuralacak olan oyun alanları.

Diğer yandan yaya ulaşımı da akla gelen bir diğer soru olabilirdi. Tren gayet yerinde bir çözüm olsa da yayalar tren istasyonlarına en rahat hangi şekilde ulaşabilirdi?

Geçmiş zamanlardaki kışlarda insanlar kar ayakkabıları ve kayaklarla rahatlıkla bir yerden ötekine gidebiliyorlardı. Örneğin Portland’da ondokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda, sokakları temizlemek yerine ağaç kütükleri ve variller kullanılarak yolların düzeni sağlandıktan sonra atlı kızaklarla ve kayaklarla bir yerden diğer yere gitmek hem eğlenceli hem de kolaydı.

Geçen 150 yıllık süre zarfında üretim teknolojisindeki tüm ilerlemeler bu teknikleri geliştirmek için kullanılmış olsaydı bu tekniklerin şimdiki durumu ne olurdu? Herkesin bir çift kayağı ve mahallelerle tren istasyonlarında kayaklarını koyabilecekleri ortak kullanımlık raflar olur muydu?

Diğer yandan mesai saatlerinde de büyük bir değişikliğe gidilirdi. Kapitalist sistemde “işlemek” eylemine atfedilen tüm anlamlar, sosyalist düzende tamamıyla değişecekti.

Kar fırtınasından sonra sokakların temizlenmesine yardım ettiğinizde ya da komşularınızın iyi olup olmadığından sorumlu olduğunuzda, bu sorumluluğunuz mesai saatlerinize ekleneceğine mesainizden sayılsa nasıl olurdu? Ya insanlar büyük kar fırtınalarının olduğu günlerde tek bir ücretli izin gününe sahip olmak yerine –ki çoğu işçi bugün fiili olarak buna bile sahip değil- üç ücretli izin gününe sahip olsaydı? Herkese üç gün tatil verilmesi durumda bu üç günün birinde karların temizlenmesine yardım edebilir, diğer günde komşularının iyi olup olmadığını kontrol edebilir ve bir günü de yeryüzünün en güzel hediyelerinden biri olan karın keyfini çıkarmaya ayırabilirlerdi.

Kuzey şehirlerindeki insanların kış döneminde yıllık izinlerini nasıl organize edeceklerini tahmin etmek hiç de güç olmasa gerek. Boston’da yaşayan her kişinin resmi tatiller dışında Ocak veya Şubat aylarından birinin tümünde ödenekli izinli olduğunu hayal etsenize. İmkanlarınızı da bu bir aylık süreyi gerçekten tatil yapmak için kullandığınızı hayal edin. Tatilciler, hızlı trenlerle güneye gidip yemeklerin, sıcak iklimin ve denizin keyfini çıkarabilirlerdi. Ya da daha da kuzeye gidip kışın olağanüstü güzelliklerinden Kuzey Işıkları’nı izleyebilirlerdi.

Kuşkusuz tüm bu öneriler, tasarılar ve umutlar beklenmedik sorunlar ve tuzaklarla baltalanacaktır. Tüm hayal ettiklerimiz, uygulaması zor ve maalesef hala mevcut düzende elverişsiz olan şeylerdir.

Ama başka türlü nasıl olabilirdi ki? Bunlar benim fikirlerim, yani bir insanın düşüncelerinin ürünleri. Ve bu fikirler uygulamaya koyulduğunda sosyalizm olarak tanımladığımız, aslında gerçekte de olması gerektiği gibi, insanların yaratıcılıklarını kullanarak kolektif bir şeyler ürettikleri bir sistem ortaya çıkıyor. Fakat bizim torunlarımız yaşamlarını sürdürebilmek için tek mantıklı yolu ne olarak görüyor? Şüphesiz tek bildikleri mevcut düzenle, sığ, bitkin ve yüzeysel insanlara benzeyecekler.

Şafak sökmeden birkaç dakika önce beliren kızıllık, asla güneşin ışıltısının yerini alamaz. Ancak, doğacak güneşi müjdeleyebilir. Özel çıkarların hükmettiği hapishaneden kurtulacak olan bir toplumun üreteceği harika ve alçakgönüllü şeylerin ne olacağını bilmek yetmez, bunun için savaşmalıyız. Bir gün gerçek olabilmeleri için.

 

Çeviren: Feray Yalçuk (Baraka Aktivisti)

Yazının orjinali: https://www.jacobinmag.com/2016/01/blizzard-snow-storm-northeast-socialism-capitalism/