Her ne kadar yaşlandığının ve hastalığının farkında olsa da, Fidel’in ölüm haberini alınca insan bir başka türlü hüzünleniyor.
20. yüzyıla damga vurmuş bir devrimin önderi olarak Fidel Castro, nadir görülebilecek bir hayat yaşadı.
CIA’in 634 kere suikastlerle öldürmeye çalışıp başaramadığı bu sakallı adamın yaşama veda etmesiyle birlikte, Küba devriminin ezilenlerin mücadelesinde oynadığı rol geniş kitlelerce tekrar tartışılır oldu.
1959’da başarıya ulaşan devrim sadece Küba’da değil, Latin Amerika başta olmak üzere tüm coğrafyalarda ezilenlerin yardımına koşarak eğitimden sağlığa, siyasi mücadeleden askeri mücadeleye kadar elinden geldiğince dünya halklarının çıkarları için seferber olmuş ve sosyalist dayanışmanın somut örneğini yaratmıştır. ABD ambargosu gibi tüm kısıtlamalara ve Sovyetlerin dağılması sonrası yaşanan tüm imkansızlıklara rağmen de durum halen böyledir. Küba bugüne kadar ABD’de dahil olmak üzere bir çok ülkeden 70000 öğrenciye ücretsiz tıp eğitimi verdi. Cezayir, Güney Afrika, Vietnam ve Filistin gibi Orta Doğu, Asya ve Afrika ülkelerindeki özgürlük mücadelelerini destekledi. Latin Amerika’daki gerilla mücadelelerine ve son dönemlerdeki sol hükümet deneyimlerine her türlü destek sağladı. Kısacası Küba, Fidel’in söylediği “Devrim için savaşmayana komünist denmez” sözünün pratiğini ülke olarak ortaya koydu.
Bu pratiğin örneklerinden bir tanesi Kıbrıslı Türklerin Türkiye egemenleriyle yaşadığı tarihsel ilişkiyi kıyaslama bakımından çarpıcıdır. Bahsettiğimiz örnek Küba ve Angola arasındaki ilişkidir. Afrika’nın güney batısında yer alan Angola 1975’e kadar Portekiz’in sömürgesi bir ülkeydi ve Angola’nın sömürge olduğu dönemde başlayan bağımsızlık mücadelesi 1975 yılında Portekiz’de gerçekleşen Karanfil Devrimi sonrası farklı bir şekil aldı. Sol bir karakter taşıyan Karanfil Devrimi’nin ardından Portekiz, yönetimi oradaki direnişçi örgütlere devretmek üzere Afrika’daki tüm sömürgelerinden çekilme kararı aldı. Bu dönemde Angola’da direnişin ağırlığını çeken ve başkenti kontrol eden marksist Angola’nın Bağımsızlığı için Halk Hareketi’nin(MPLA) yanında sağcı UNITA ve FNLA örgütleri ülke siyasetini belirleyen örgütlerdi.
Örgütlerin ülkenin yönetimi konusunda yaşadığı anlaşmazlık bir iç savaşın başlamasına sebep olur ve ağırlıkla emperyalist ülkelerin desteklediği UNITA ve FNLA, MPLA’ya karşı saldırıya geçti. Küba bu andan itibaren Sovyetlerin itiraz ve çekincelerine rağmen MPLA’ya destek için Angola’ya asker gönderir. CIA iç savaş süresince gayrı resmi olarak paralı askerler aracılığyla UNITA’ya destek verirken o dönemde ırkçı Apartheid rejiminin egemen olduğu Güney Afrika da, MPLA’yı durdurmak için ülkeye asker gönderir. İç savaş süresince Küba, Angola’nın bağımsızlığına destek olmak için 35 bin askerini Angolaya gönderdi ve iç savaş MPLA’nın zaferiyle sonuçlandı. 80’li yılların sonuna kadar süren çatışmalı dönemler boyunca Küba Angola’ya sağlık ve eğitimle ilgili de çok sayıda personel göndermiş ve bu dönemin sonunda ülkeden ayrılmıştır. Sovyetlerin dağılması sonucu Angola sosyalist çizgisini terketmesine rağmen Küba’nın eğitim ve sağlık alanında Angola’ya yardımı sürmektedir.
Fidel Castro Küba’nın Angola’yla ilgili duruşunu 1975 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda şu şekilde açıklamıştır: “Angola’da emperyalistler bu kolonilerinin özgürlüğüne kavuşacağını gördüklerinde hemen kendi hareketlerini oluşturmaya koyuldular. Angola’nın Cabinda bölgesi petrol bakımından çok zengin, bu yüzden emperyalistler Angola’ya hakim olmak istiyorlardı. FNLA örgütünü CIA desteğinde kurdular (…) Bazı emperyalistler kendi aralarında soruyorlar, Küba neden Angola’ya yardım ediyor, burada ne gibi bir çıkarı var diye. Bir ülkenin diğerine ancak petrol, elmas, bakır veya başka bir doğal kaynak için yardım yapması düşüncesine alışmışlar. Hayır! Bizim hiçbir maddi kazancımız yok ve emperyalistlerin mantığı bunu almıyor. Onların düşünüş biçimi şovenist, milliyetçi ve egoisttir. Küba Angola halkına yardım elini uzatarak enternasyonalist görevini yapmaktadır!”
Fidel’in bu sözlerle açıkladığı Küba’nın Angola’yla dayanışması, insanı ister istemez Kıbrıslı Türkler ile Ankara’nın yarım yüzyılı aşkın bir süredir devam eden ilişki biçimi üzerine düşünmeye itiyor. Özellikle AKP döneminde açıkça ifade edilir hale gelen Ankara’nın Kıbrıslı Türklere bakışı, dayanışmayla uzaktan yakından alakası olmayan bir çıkar ilişkisidir. Yıllar yılı “kurtarıcı” söylemleriyle Ankara’nın Kıbrıslı Türklere “verdikleri” aldıklarının bir aracıdır. Aldıkları’nın başında ise stratejik Kıbrıs’ta konum elde etmek olmuştur. Erdoğan’ın 2011 yılında Kıbrıslı Türklere “besleme” diyerek hakaret ettiği dönemde itiraf ettiği gibi Ankara’nın Kıbrıslı Türklerden ayrı Kıbrıs’ta hedef ve çıkarları vardır. Bu çıkarlar, sosyalistlerin dayanışması ile egemenlerin “kurtarmak” anlayışı arasındaki farkı işaret eder. Tıpkı ABD’nin Irak’taki “kurtarıcı” rolü de gibi. Bu sebeple “Kurtarıcılar” bir türlü çıkmadıkları Irakları yaratırken, sosyalistler ise aynı yolda olmamalarına rağmen dayanıştıkları Angolalara katkı koyuyorlar. Çünkü sosyalistler halkların tarafındadır ve dayanışma halklara özgü bir meziyettir.
Ali Şahin
Bağımsızlık Yolu