Her nerede yaşıyor olursak olalım, doğup büyüdüğümüz yerin koşullarına ilişkin bir sözümüzün olması gerekir. Bu sözün geçmişte yaşananlar, geleceğe dair atılan yahut atılacak olan adımlar ve günün koşullarını da içerisinde barındırması oldukça önemlidir…
Elbette bu gerekliliği öne sürerken, sosyo-ekonomik incelemelerden ya da sosyolojik araştırmalardan bahsedilmiyor. Bahsedilen hangi koşullarda yaşanıldığı ve halkın nabzının, hangi noktalarda yükselebilip neye göre düşebileceğini kavrayabilmekle beraber mevcut düzeni sorgulamaktır. Gençlerin ilke ve ideallerin olduğu bir dünyadan yoksun, çeşitli öğretiler ile asla değişmeyeceği varsayılan mutlak değerleri kabul ederek, mevcudun hakikat olduğu, inceleme, tartışma yahut araştırma gibi ihtiyaçların olmadığını savunan kişiler haline gelmesi oldukça ürkütücü…
Verili duruma en iyi örnek hiç şüphesiz Kıbrıs’ın kuzeyidir. Her dönem değişim ve dönüşüm gibi argümanlar ortaya koyuluyor olmasına rağmen, birbirinden farksız siyasetler parlamentoda yer alıyor. Bunun yoluysa Ankara ile ‘‘iyi’’ ilişkiler olarak tarif edilirken ortaya konan ilişki, emir-komuta zincirinden öteye gidemiyor. Bizlerden istenilen ise, bu zinciri ve neticesinde ortaya çıkan dayatma ekonomik paketleri, özelleştirmeleri, piyasa mantığı içerisine yerleştirilen eğitim ve sağlık hakkını, külliyeleri ve taşıma su ile bağımlılaştırılmamızı görmezden gelip, kktc denen yapıyı kabullenmek ve onu bize öğretilen şekilde yaşatmak.
Bu noktada bizlere düşen kendi tarihimizi bilmek bu yönde adımlar atmak olacaktır. 1950’li yılların ikinci yarısı itibariyle başlayan ve 1970’li yıllara kadar yükselen Kıbrıslı Elen şovenizmine karşı Kıbrıslı Türkler çareyi Türkiye’de bulurlar. O dönem ada üzerine üşüşen emperyalistlere karşı, halklar karşı karşıya getirilmiş bunun neticesinde Kıbrıslı Türkler koşulları değerlendirmek ya da sorgulamaktan yoksun bir şekilde Türkiye’ye sığınmak zorunda bırakılmıştı.
1974 yılında, adanın bölünmesinin ardından Kıbrıslı Türk halkı bir bilinmezlikle baş başa bırakıldı. Savaş sonrasında, ganimet dönemi olarak adlandırılan bir sürece girildi. Buradaki amaç insanları sorgulamaktan yoksun bırakarak suni bir refahın içerisine hapsetmekti. Ancak buna rağmen, insanlar üretime sarılıp, Kıbrıslı Elenlere ait hafif sanayi olarak adlandırılan tesisleri yeniden faaliyete geçirerek yaşama tutunmaya çalıştılar.
Sonraki yıllarda sözünü ettiğimiz bilinmezlik daha da ayyuka çıksa da 2000’li yıllar itibariyle barış ateşleri ve mitinglerle birlikte Avrupa Birliği’ne girme hayalleri de ortaya atıldı. Bilinmezlik içerisinde yıllardır küçücük bir adanın yarısına hapsolan insanlar, o yıllarda da nasıl bir yolun içerisine sürüklendiğini sorgulamaksızın artık, hem kktc denen yapıdan kurtulmak hem de dünyaya açılmak adına sokağa dökülmüştü. Şimdilerde AB’ye dahil olan ülkeleri düşündüğümüzde ve en yakın örnek olan Kıbrıs’ın güneyine baktığımızda aslında ne kadar büyük bir yanlışın içerisine sürüklendiğimizi görebiliyoruz. Fakat bunu sadece bir hata olarak kabul etmek yeterli değildir. Her dönemin kendisine özgü koşullarına karşın somut tahlillerin yapılması gerekir. Bugün geçmişe baktığımızda, sorgulamayan ve devamlı bir bilinmezlik içerisine sürüklenen bir halkı göreceğiz. Ancak buna karşın yapılması gerekenler sözü edilen çıkarımları yapmakla birlikte günün somut koşullarını değerlendirmek ve de toplum olarak karşı karşıya kaldığımız tehditlerden kaçarken tutunacak dalı dışarıdan beklemek yerine kendi iç dinamiklerimizle oluşturmamız olacaktır.
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.