Bir hükümet daha, zamanının Dikmen Çöplüğünden de feci kokan, kktc hükümetler çöplüğünde yerini aldı. Su anlaşmasının onaylanması ve güvenlik paketinin meclise gönderilmesi gibi iki garabet icraatı da arkasında bıraktı. Her ne kadar UBP-DP ve 3 bağımsızla hükümetin kurulacağı netleşmiş gibi görünse de, erken seçim dâhil olasılıklar masada.
Açıkçası erken seçim dışındaki olasılıklarda sanırım solun kafasında olan şey net; güvenlik yasası ile de, geleceğimize yönelik her türlü kötü icraat ile de mücadele sürecek. Yani değişen pek bir şey olmayacak. Hatta yeni hükümetin içinde CTP olmaması halinde, “parti meclisimiz mücadele ediyor, siz oturun” deyip muhalefetin önünü kesmeye çalışan olmayınca daha da sağlam bir mücadele ortaya konulabilecek.
Kurulacak hükümetler ile ilgili kafalar net ama mevzu erken seçime gelince solda bir korku hissediliyor. Öyle bir korku ki, her türlü bizlere zarar verecek olan yeni hükümet kurulabilsin diye dua eder noktaya gelinebiliyor. Niye mi? Aslında UBP-DP ve CTP’den bahsediyor olsak oldukça anlaşılabilir bir korku. Siyasette yeni bir oyuncu var: Halkın Partisi. Bu parti hem yozlaşmış sağın yerine yozlaşmayacak bir parti olma vaadi ile geliyor, hem de varlığını “UBP-DP gelmesin diye bizi seçime” endeksleyen CTP’ye seçilebilecek bir alternatif olarak geliyor. Yani onların cephe için haklı bir korku var, peki sol yani bizim cephe neden korkuyor?
Aslında bizim cephedeki korku da farklı bir temelden aynı korku. Halkın Partisinin yeni sağı temsil ettiği ve kazanması halinde yeni bir sağ iktidarla karşılaşacağımızın korkusu var. Her ne kadar tahlile katılsam da tahlilin vardırıldığı yeri anlayamıyorum. Evet, Halkın Partisi gerek kamu-özel ortaklığı özelleştirme modelini savunması, gerek Kudret Özersay’ın Maraş konusu gibi Kıbrıs Sorunu ile ilgili konularda UBP’den dahi daha kktcci davrandığı (1), salt bu yönleri ile dahi sağ bir parti olduğu gerçek. Fakat zaten ülkemizi yıllardır, sağ partiler yönetiyor. Seçimsiz olarak kurulacak her hükümet Ankara’nın direktifleri ile hareket edecek. Yani zaten ülkeyi Halkın Partisi benzerleri yönetiyor.
UBP, DP ve CTP’nin denenmemiş ve güçlü bir partiye karşı aciz durumda olması anlaşılır; ortaya koyacakları farklı bir argümanları, Ankara’nın dayatmalarına karşı mücadele etme iddiaları ve değişim sağlama niyetleri yok. Bundandır ki medyaları ve kalemşörleri ile bizi Halkın Partisi tehlikesine karşı uyarıyorlar. Halkın Partisi hükümet olmasın diye erken seçimi dahi istememek, bir meydan okumadan kaçmak statükoyu savunmaktır, acizliktir. Bir seçim olur ve Halkın Partisi hükümete gelirse yapacağımız, şu an yaptığımızdan farklı bir şey olmayacak; geleceğimize karşı olacak her türlü icraatlarında karşılarında olacağız. Ama eğer UBP, DP, CTP veya HP ile bu işin olmayacağının farkındaysak, durduğumuz yerden “erken seçim olmasın yoksa HP hükümet olur” demekten ve yenilgiyi daha maç başlamadan kabul etmektense yapmamız gereken şeyler var. Örgütlü değilsek örgütlenmek, örgütlülüklerimizi güçlendirmek, solda ortak bir hareketi yaratabilmek ve en önemlisi sisteme meydan okumaktan kaçan değil, talep eden olabilmek. Eğer sol kendini yetersiz hissederse, ne Ankara, ne de işbirlikçileri ülkeyi yönetmeyi kendiliğine bırakacaktır.
(1) Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde Eroğlu ve Siber Maraş’ın kapsamlı çözümün parçası olması gerektiğini savunmuş, Akıncı kapsamlı çözüm beklenmeden BM denetiminde açılması, karşılığında ise Mağusa Limanı ve Ercan’ın uluslararası olarak tanınmasını savunmuştu (seçilmesinin ardından bu konuda somut bir girişimi henüz olmadı). Kudret Özersay ise kapsamlı çözüm beklenmeden Maraş’ın Kıbrıs Türk idaresince açılmasını savunmuştu.
Mustafa Keleşzade
Bağımsızlık Yolu