Gazetecilere Türkiye’den dava açılıyor, mahkemelerimiz ekarte ediliyor, müzik tutuklanma sebebi olabiliyor.
Buradakiler yetmiyor üstüne Türkiye’ye giden bazı akademisyenlere hakkında yasal işlem yapılması bu korku ortamının yayılmasını sağlıyor.
Hükümet ve cumhurbaşkanı ise bu konularla ilgili tüm açıklama beklentilerine rağmen sessiz.
Ekonomi ise Türkiye’deki gidişat yüzünden günden güne kötüleşmekte ve halk, üzerinde etki hakkı olmadığı bir para birimiyle günden güne fakirleşiyor.
Zam yapılmadık temel ihtiyaç malzemesi kalmadı ve “bir şey yapılamaz” denilerek verili durum normalleştirilmek isteniyor.
Öte yandan, Ankara ve Lefkoşa arasında en başından çarpık bir şekilde kurulan siyasal ilişki, biçimi günden güne Kıbrıslı Türklerin aleyhine olacak şekilde değişerek sürüyor.
Tırmanan faşizm ve gericilik, Kıbrıs’a yönelik bir siyasetin “anlamsızlaşarak” Türkiye gündemine ve siyasetine angaje olma hali vb.
Tüm bu gelişmeler Ankara’nın Lefkoşa’ya dayattığı, yerli işbirlikçilerin de bayıla bayıla kabul ettiği siyasal ilişkinin bir parçası.
Maalesef gidişat bu yönde.
Gidişat böyleyken, muhalefet cephesinde ise iki eğilimin ağırlık kazandığı görünüyor.
Bir tarafta bu gidişatı her yönüyle sürekli bir şekilde dillendiren ve gündem yapmaya çalışan fakat bundan ötesine gitmeyen, diğer tarafta ise bu kesimlere, “kısmen haklısınız ama felaket tellallığı da yapmayın” şeklinde yaklaşarak dayatmaları ve toplumsal yıkımı hafife alan bir eğilim söz konusu.
Şartların, kktc standartlarının dahi gerisine doğru ilerlediği bence herkesin malumu.
Bu yüzden “her şey kontrol altında” tavrı, gidişatı saklama çabasından başka bir şey değil.
Gerçekliği inkar ederek gerçekçi bir siyaset yapılamaz ve egemenlerin sınırları içinde siyaset yapanların muhalefeti dahi bu yüzden sahte oluyor.
Süreç Kıbrıslı Türklerin aleyhine ilerlerken, bugünün sorunlarını görmezden gelerek olası bir çözüme atıfta bulunup yarını işaret etmek bugüne kadar ne fayda sağladı ki?
Tüp gaza ve elektriğe yapılan zamlara ya da artan siyasal baskılara cevap olarak sürekli “çözüm” çağrısı yapanlar bugünün siyasal görevlerinden kaçarak yarına vaatlerde bulunuyorlar.
Diğer tarafa, değişen siyasal ortama vurgu yapan kesimlere baktığımızda ise siyasal doğrularına rağmen gidişata uygun bir pratikten itinayla kaçtıklarını gözlemliyoruz.
Evet, gidişat hiç de iç açıcı değildir.
Fakat gidişat böyleyken sadece şikayetle sınırlı bir pratikle bu gidişata karşı çıkılabilir mi?
Daha açık söylersek, hükümeti ve cumhurbaşkanını açıklama yapmaya davet etmekle bu iş daha ne kadar sürebilir?
Evet, seçilmişler bir şeyler yapmalılar fakat yapmıyorlar.
Peki, onlar bir şey yapmıyorsa biz ne yapmalıyız?
Sadece yetkililerin yapmadıklarına dikkat çekerek bir söylenme haline mi hapsolacağız?
Başka öznelerin üzerinden siyaset yapmak günün sonunda kendi sözünün değersizleşmesine de sebep olur.
Zaten siyaset fikir ve eylemin birliğiyle ilgiliyse, örgütlenmemiş bir fikir yaşamımızda nasıl bir değişiklik yaratabilir ki?
Normal şartlarda bilmek bir güçken, örgütsüz bir ortamda yılgınlık sebebine dönüşüyor.
Siyasal ortam ağırlıkla bu iki eğilimin arasına sıkışmış durumda.
Biri ihtiyaçlara cevap veren bir siyaset önermezken, diğeri ise isteyerek veya istemeyerek örgütsüzlük öneriyor.
Bu ikilemin dışında bir seçeneği büyütemezsek kötü gidişat maalesef devam edecek ve tepkisel bir siyasetle de olacak bir iş değil bu.
Örgütlü ve kendi gündemini yaratabilen bir siyaseti toplum içinde yaymaya ihtiyacımız var.
Bir bakanın uçak biletinden öte derinlikte ve söylenmekten öte bir pratikle kendi gündemini yaratabilecek bir siyaset.
Ali Şahin
Bağımsızlık Yolu Örgütlenme Sekreteri