Bize özgü bir durum değil bu.
Kural basit; doğa boşluk kabul etmiyor.
Emekçi kesimlerle, yoksullarla, işsizlerle, giderek yoksullaşan orta sınıfla bağını koparan partiler, bu kesimleri siyasal olarak kazanma noktasında sıkıntıya düşerler.
Ekonomik mücadelenin hayat içindeki belirleyiciliğini görmezden gelebilirsiniz ama o tüm gerçekliğiyle ordadır.
Sınıf, çelişkiler, örgütlenme gibi mevzuları modası geçmiş bulup kimlik siyasetlerinin birbirinden kopuk, örgütsüz, “akademik” laf kalabalığında kaybolabilirsiniz fakat ekmek yoksa fikir de yoktur.
İnsanların hayatını idame ettirme ihtiyacı bir yere kaybolmuyor.
Üretimden tüccar olmayı anlayabilirsiniz ancak herkesin tüccar olacak gücü yoktur ve sistem herkesin tüccar olmasına da izin vermez.
Bu yüzden hem patronu hem de yanında çalışanı savunamazsınız.
Kıbrıslı Türk halkının yaşadığı üretimden koparılma sorunu küçük işletmelerin artmasıyla da çözülemez.
Çünkü bu, sadece ekonomik değil politik de bir sorundur.
İdeolojilerin bittiğini iddia edebilir ve “iyi” ya da “uzman” gibi kişileri niteleyen bir yaklaşımla siyaset yapabilirsiniz fakat parti olmanın bir fikir birliği etrafında bir araya gelmek olduğunu değiştiremezsiniz.
Faşistlerin hayatı etnik kökene göre bölmesine kayıtsız kalabilirsiniz ancak bu durumda emekçilerin siyasal tercihlerini etnik kökene göre kullanmalarına müdahale edemezsiniz.
Gericiliğe ve faşizme karşı mücadele diye bir gündeminiz olmayabilir ancak, o zaman da faşizmin yükselmesine engel olamazsınız.
Kısacası, sınıf siyasetinden koparsanız sınıftan da koparsınız ve faşist de olsa başka birileri emekçi sınıflara musallat olur.
Dediğimiz gibi bize özgü bir durum değil bu;
İngiliz İşçi Partisi’nin son seçimlerdeki yükselişinin de, Almanya’da solun boşladığı meydana talip olan faşist AFD’nin yükselişindeki nokta da aynıdır.
Çalışanlara, yoksullara yönelmek.
Bu yönelmede solun ayırt edici yönü yoksulları ve emekçileri sağın aksine birleştirmeye çalışmasıdır.
Sanırım bu seçimin iyi kötü herkese gösterdiği gerçeklerden biri bu oldu.
Halktan kopuk bir halk söyleminin havada kaldığını, kişi üstünden siyaset yapmanın genel olarak sağa, Türkiyeli-Kıbrıslı ayrımının ise faşizme yaradığını, örgütsüzlük kültürünün ise kendi kendini yiyip bitiren bir söylenme halinden öteye gidemediği az çok görülüyordur.
Biz bu gerçekleri seçim sonrası ağız değiştirdiği halde “her şeyi önceden bilen yüce insan” kibri ile değil, seçimden önce de söylediğimiz sözün doğruluğunun haklı güveniyle söylüyoruz.
Yapılması gereken sol fikriyatı ana akım siyasetin sınırlarına mahkum etmek ya da sözüm ona akademik, izole alanlara sıkıştırmak değil sol siyasetin sınırlarını genişletmektir.
Bu da hayatın içinde örgütlenmekle olur.
Her ne kadar üstünde yaşadığımız ada yarısı pek sıradan bir yer olmasa da bu gerçeği değiştirmez.
Biz bütün yığınağımızı bunun için yapıyor ve zor olduğunu bildiğimiz fakat başka da bir seçenek olmayan yolu yürümeye çalışıyoruz.
Aksi halde sınıftan kopan sınıfta kalmaya devam edecektir.
Ali Şahin
Bağımsızlık Yolu Örgütlenme Sekreteri