Bu yazı 19 Nisan 2017 tarihinde Sendika.Org‘ta yayınlanmıştır.
Şimdi sorumluluk “sokaktaki sol”undur. Haziran günlerinin kitlesel hareket biçimleri sahneye girmeye başlamıştır. Sokaklardaki, parklardaki, meydanlardaki kitlelere birleşik bir hareket şemsiyesi kazandırılması halinde “Alternatifsiz Erdoğan”ın karşısına bir “Halk Alternatifi” konulabilir
Olacak olan oldu. Hırsız oyları çaldı; borazancılarına yalancı galibiyetini ilan ettirip milletin karşısına geçti ve durumu özetleyen tarihi sözünü söyledi: “Atı (ç)alan Üsküdar’ı geçti!”
Hırsızlığın itirafı olan bu sözler, AB’ye hitaben ama bütün dünyaya seslenilerek edildi. Erdoğan’ın referandum sonuçlarını dış dünyaya kabul ettirmeye öncelik verdiği anlaşılıyor. Boşuna da değil. Referandum’un ardından ABD ve AB bugüne kadar hiç yapmadığı bir şey yaparak “tutum belirlemek için AGİT raportörlerinin raporunu bekleyeceklerini açıkladılar. AGİT ön raporunu duyurduktan sonra da “kesin raporu bekleyeceklerini” ilan ettiler. Suriye için Erdoğan’ı arayan Trump’ın bu görüşmedeki tebrik mesajının seçim sonuçlarını onaylamak anlamına gelmediği Beyaz Saray sözcüsü tarafından özel olarak duyuruldu. Rusya’nın referandum sonucunu tanıdığını gösteren bir açıklama da halen yapılmış değil.
Emperyalist merkezlerin 16 Nisan referandumu karşısındaki bu tutumunu “Batı’nın demokrasi aşkı” ile açıklamak mümkün değil. Zaten Beyaz Saray sözcüsü de “ABD’nin Türkiye’de demokrasinin güçlenmesini istediğini ama ABD dış politikasının merkezinde ABD yurttaşlarının ve ABD’nin güvenliğinin olduğunu; bunun için NATO’daki müttefikleri ve ortak çalışma yürüttükleri devletlerle ilişkilerini önemsediklerini” söyledi. Kısacası Beyaz Saray sözcüsü, sandık hırsızlığı nedeniyle çıkan siyasi krizden yararlanarak Erdoğan’ı hizaya getirmeye öncelik verdiklerini söylemiş oldu. ABD’nin bu tutumunun AB ve Rusya için de temel doğrultu olacağından şüphe yok. Erdoğan “hizaya girdikten sonra” biraz burunlarını kapatarak bu yeni “Ortadoğu diktatörü” ile de çalışabilirler.
Dolayısıyla emperyalist merkezlerle Erdoğan iktidarı arasındaki gerilimin önümüzdeki orta vadede Türkiye’nin siyasi ortamını belirleyen bir eksen olmayı sürdüreceği anlaşılıyor.
Bu gerilim Erdoğan iktidarının büyük stratejik dönüşler yapmasıyla politik bakımdan yumuşayabilir. Peki Erdoğan’ın U-dönüşleri gündeminin ilk sırasında bulunan “Suriye’den çıkış ve cihatçı çetelerin Batı için tehdit olmaktan çıkarılması” konularında pozisyon değiştirebilir mi?
Böyle bir dönüşümün bu süreçte ortaya çıkmış olan ekonomik kriz ve politik çözülme süreçlerine ivme kazandıracağı ortadadır. Erdoğan tarihinin en büyük krizini yaşayan kontrgerilla sistemini ancak içerde ve dışarıda savaşla kontrol altında tutabilmektedir. Temsili siyaset alanına yansımasını MHP’deki, BBP’deki çalkantılar, AKP içerisinde harekete geçen fay hatları, Saadet Partisi’nin güçlenmesiyle kendisini hissettiren kontrgerilla yapılarındaki kriz buna rağmen derinleşmektedir. Suriye işgali ve Kürt savaşında atacağı geri adımlar kontrgerillanın krizini yönetilemez hale getirecektir.
Bu nedenle Erdoğan alıştığımız U-dönüşlerinin en muhteşemini yapsa bile tepetaklak gidişini durduramaz.
Ekonomik krizin sun’i yollarla hissettirilmemesine dönük politikaların da bir sonu var. Ve bu son, Erdoğan-Bahçeli koalisyonunun Türkiye’nin bütün büyük şehirlerindeki desteğini yitirdiği bugünkü siyasi belirsizlik koşullarında sokaklara akan yığınları arkasından ittiriyor. Yüzde 15’i geçen işsizlik oranlarıyla beslenen ve referandum sürecinde az çok politik program kazanmış olan bu yığın hareketinin politik bir güç haline getirilmesi sanıldığından daha kolay olabilir.
17 Nisan günü sonucu kabullenmeye hazır olan CHP kurmaylarını 18 Nisan’da “Seçimi tanımama” noktasına getiren bu potansiyelin hissedilmesi ve bir “dip dalgası” olarak CHP’yi de önüne katıp sürüklemesidir.
Şimdi sorumluluk “sokaktaki sol”undur. Haziran günlerinin kitlesel hareket biçimleri sahneye girmeye başlamıştır. Sokaklardaki, parklardaki, meydanlardaki kitlelere birleşik bir hareket şemsiyesi kazandırılması halinde “Alternatifsiz Erdoğan”ın karşısına bir “Halk Alternatifi” konulabilir; dahası bu alternatifin yaratılması emperyalist merkezleri krizin “belirleyici öznesi” olmaktan çıkarmanın da tek doğru yoludur.
İçinde bulunduğumuz anı solun yönetebilmesi için dayatıcı olmayan kuşatıcı bir üslup ve militan kitle mücadelesinin sürekliliğini sağlamayı esas alan devrimci bir sağduyuya ihtiyacımız var.