Normal bir ülkede yaşamadığımızı sanırım herkes kabul eder.
Yarım asrı geçen bir zamandır süren ve sadece iç dinamiklere bağlı olmayan bir ulusal sorunla anılan bir yurdumuz var.
Kıbrıslı Türkler olarak yaşadığımız adanın kuzey yarısında durum daha da komplike.
Hayatın her alanında kendi kendimizi yönetme hakkımızdan büyük oranda mahrum edilmiş durumdayız.
İçine hapsolduğumuz ortam maalesef bu.
Hal böyle olunca Kıbrıslı Türk siyasi yaşamı da çoğunlukla Kıbrıs sorunu üstüne inşa ediliyor.
Siyasal parti de, sendika da, dernek de Kıbrıs sorunuyla ilgili görüşler ortaya koyuyor ve her konuyu Kıbrıs sorununa bağlayarak değerlendiriyor.
Son dönemde Türk Lirası’nın değer kaybı ve buna paralel olarak yaşanan zamlar konusunda yaşanan tartışmalar da bu şekilde.
Benzine, elektriğe, tüp gaza, market ürünlerine her gün yeni zamlar yapılırken bu duruma muhalafet eden çok sayıda örgüt konuyu Kıbrıs sorunuyla ilişkilendiriyor ve çözüm olarak en erken zamanda bir anlaşma öneriyorlar.
Gerek Türk Lirası gibi günden güne değer kaybeden bir para birimi yerine Euro kullanmak, gerekse de bağımlı bir ekonomiden kurtulmak adına AB üyesi bir Kıbrıs’ın parçası içinde yer almak mutlak kurtuluş olarak sunuluyor.
Tabi ki, Kıbrıs’ın kuzeyinin asgari düzeyde bile standart olmaktan uzak koşulları uluslararası hukuka dahil bir ülkede yaşamakla kıyaslanamaz.
En kötüsü bile olsa, yasal ve uluslarası düzeyde farklı ülkelerle temas kurabilen bir ülkede yaşama isteği son derece haklı bir istek.
Bu anlamda yegane mevzusu “Kıbrıs sorununa çare” olanların bu yöndeki vurgusunun haklı bir tarafı var.
Çünkü mevcut şartların Kıbrıslı Türklerin lehine olmadığı ve her geçen gün daha da kötüleştiği açık.
Bu haklılığa rağmen “çare” vurgusu yapan siyasetlerin sıkıntılı tarafı ise Kıbrıslı Türklerin yaşadığı sorunların sadece bu tarafına vurgu yapmaları.
Evet, Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi özellikle Kıbrıslı Türklerin geleceği açısından hayatidir.
Fakat buna rağmen hayat sadece bundan ibaret değildir.
Her ne kadar sürdürülemez olsa da Kıbrıslı Türklerin bu hapsedilmişlik içinde 44 yıldır bir şekilde sürdürdüğü bir yaşam vardır.
44 yıldır süren bu yaşamın merkezinde de doğal olarak beslenme, barınma, eğitim, sağlık, ulaşım, enerji gibi insan ihtiyaçlarının karşılanması bulunuyor.
Bir diğer değişle, bugünlerde yapılan zamlarla karşılanması daha da zorlaşan ihtiyaçlar.
İşte biz bu ihtiyaçların karşılanması mücadelesine sınıf mücadelesi diyor ve sınıf mücadelesinin biçim ve yöntemleri değişmekle beraber her koşulda, her toplum içinde yaşandığını söylüyoruz.
Yani, tüm sıra dışı ve arzu edilmeyen koşullarına rağmen Kıbrıs’ın kuzeyinde de sınıf mücadelesi sürüyor.
Siyaseti, nasıl bir ülkede yaşandığı farketmeksizin insan yaşamının düzenlenmesi ile ilgili fikir ve eylem üretmek olarak kabul edersek, Kıbrıslı Türk siyasi öznelerinin de halkın yaşadığı sıkıntı ve ihtiyaçlarla ilgili çözümler üretmesi gerektiğini anlamamız gerekir.
Dolayısıyla, kesesini doldurmak için siyaset yapanları bir tarafa koyarsak, siyaseti halkın çıkarları açısından ele alanların en çok da bu kriz dönemlerinde çareler önermesi gerektiği nettir.
Ancak tıkanıklık yaşadığımız nokta da burasıdır.
Çünkü kriz koşullarında dahi ortaya koyulan çareler çoğunlukla halkın gündelik sorunlarına hitap eder nitelikte değildir.
Elektriğe, benzine, marketteki ürün fiyatlarına yapılan zamlar gibi göz önünde duran yakın sorunlara “Federal Kıbrıs” gibi uzak çareler önermek maalesef çözüm olamıyor.
En azından, sayılan sorunlarla ilgili bir mücadele yürütmeden Kıbrıs sorunuyla ilgili bir hareketlenme beklemek gerçekçi değil.
Evinin borcunu ödemekle, çocuklarını okutmakla, hastanede tedavi olmakla, iş bulmakla ya da bulduğu işe gitmekle ilgili sorunlar yaşayan kitlelere kestirmeden bir anlayışla tüm bu sorunların çaresi Kıbrıs sorununun çözümüdür demek boşuna.
Kitleler, özellikle de krizlerin tüm ülkelerde ve kısa süre önce Kıbrıs’ın güneyinde de yaşandığının farkındayken bu sözlere kanmıyor.
Bu yüzden gündelik yaşamın yakıcı sorunlarıyla ilgili bir mücadeleyi önermeyenlerin Kıbrıs sorunu gibi birden çok tarafı ve boyutu olan bir konuyla ilgili mücadele önermesi kitlelerce inandırıcı bulunmuyor.
Kıbrıs sorununun gündelik yaşamın sorunlarıyla olan ilişkisini gösteremediğimiz sürece bir kitle hareketi yaratmak pek de mümkün değil.
Bu ilişki ise, barış mücadelesiyle sınıf mücadelesi arasında bir bağ kurulmadan oluşamayacak durumda.
Barış mücadelesini güçlendirmek istiyorsak ekonomik mücadeleye de gereken önemi vermeliyiz.
Bu anlamda, Kıbrıs sorunuyla ilgili barıştan yana bir tavır alsalar da liberallerin bulundukları noktadan ileri gitmesi zaten mümkün değil.
Onlar havadan bir çözüm geleceğini bekleye dururken, yaşamı, dolayısıyla Kıbrıs sorununu da halkların ve emekçilerin çıkarlarına göre kavrayanlar için soru; “daha neyin beklendiğidir?”
Örgütsüz oldukları için tüm öfkelerine rağmen zamlarla ilgili bile sokağa çıkamayan emekçileri, Kıbrıs sorunuyla ilgili sokağa çağırmak yerine sınıf mücadelesi için dernekte, sendikada, partide örgütlemek için daha ne olması bekleniyor?
Tamam, anladık ve kabul ediyoruz; Kıbrıs sorunu çok önemli.
Ama ev borcunu ödemek, çocuğunu okutabilmek, iş bulmak, marketten boş bir cüzdanla çıkmamak da en az onun kadar önemli.
Hatta o kadar önemli ki, Kıbrıs sorunuyla ilgili bir anlaşma sağlansa bile devam edecek sorunlar bunlar.
Emek cephesinde bu denli bir boşluk olmasına rağmen, solcusundan sendikacasına kadar muazzam bir sınıf körlüğü yaşanıyor.
Solu etkisi altına alan liberaller sadece müzakerelerle ilgili heyecan duyup konuşurken post modernler ise bıkkın ruh halleriyle kriz karşısında “müzik dinleyelim” önerisi yapıyorlar.
Tüm bu kafa karışıklığı için haklı olanların örgütlü mücadelesine inanan bizler ise hali hazırda süren sınıf mücadelesinde emekçi sınıfların sermaye karşısında güçlenmesi için siyaset çağrısı yapıyoruz.
Bunu yaparken de sınıf mücadelesini türlü gerekçelerle erteleyenlere şunu soruyoruz:
Bu dönemde bile sınıf mücadelesi verilmeyecekse ne zaman verilecek?
Ali Şahin
Bağımsızlık Yolu Örgütlenme Sekreteri