Dünyadaki pek çok devrimci lidere baktığımızda hemen hemen hepsinin ortak bir noktada, şiirde buluştuğunu görürüz. Şiir daima devrimi selamlayan bir hareket olmuştur. Cemal Süreya’nın ‘Şiir ve Devrim’ adlı yazısında belirttiği üzere “Bir kere, şiir eğlence (distraction) niteliğini hiç taşımayan bir sanat. Bu bakımdan çok genel anlamda temizleyici, (belki) yetiştirici, (mutlaka) bileyici nitelikleri dışında bir nedenle bir aracının ona yaklaşması söz konusu olamaz.” İşte tüm bu sebeplere baktığımızda, neden şiirsiz devrim olmayacağını, ötesi, şiirin neden insan haklarını hiçe sayanlar tarafından korkutucu bulunduğunu ve çoğu kez yasaklara, sansürlere maruz kaldığını anlamak çok da zor değil.
Sanat, dolayısıyla şiir her zaman insana ait bir faaliyet olmuştur, ardında bilinç ve düşünce vardır. Şiiri toplumdan soyut düşünmek kaçınılmazdır. Tıpkı bir köprü gibi şiir, toplum ve birey arasında bir yol kurar ve bu yolda şiir siyaset ile karşılaşmak durumunda kalır. Şiir ve siyaset arasındaki ilişki modern zamanların tartışması değildir, bu tartışma çok daha eskiye dayanır. Tarih de güncel de şiirin ilgi alanıdır. İşte bu nedenle şiir her dönemde karşımıza çıkar. İşte bu noktada dünyadaki devrimlerin tarihi, şiirin de tarihidir.
Şiir taraf tutmaktır. Şiir ve dolayısıyla da şair taraf tuttuğu için, ya da bir başka deyişle baş kaldırdığı için de politiktir. Sevk ettiği düşünceler ve insanda harekete geçme isteği uyandırdığı için sansürlenen dizeler yüz yıllar öncesine ait değil. Ancak yüz yıllar öncesinde de aynı sebeple sıkı denetime maruz kalmış dizeler var. Düşündüklerini ve hissettiklerini yazmak pek çok insan için zor gözükmüyor. Ancak düşündüklerini ve hissettiklerini yazan insanların bazıları bunu öyle farklı bir biçimde ifade ediyor ki okuyucuda da düşünme isteği uyandırıyor; düşünme ve harekete geçme isteği.
Şair yazdıklarında yaşadığı yeri, tarihi ve insanı temsil ettiği düşüncesini asla inkar etmemeli ve şiirini yaşadığı çevreden soyutlamamalı. “İnsan yaşadığı yere benzer, şair de öyle.” diyen Edip Cansever tam da bu dizelerle somutlaştırıyor şairin sorumluluğunu. Faşizmin yükselişi karşısında sessiz kalan Alman sanatçıları “sizler, şu an batmakta olan geminin duvarlarına çiçekler yapıyorsunuz ve bunun adına da sanat diyorsunuz” sözleriyle suçlayan Bertolt Brecht de sanatın beraberinde getirdiği sorumlulukları vurguluyor.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına, devrim Rusya’sına çevirelim gözlerimizi. Rus sanatçılar klasik Rus edebiyatını bir yana bırakıp yeni temeller atma peşinde, şiirde de aynı kaygılar var ve devrimle şiiri kucaklayan isim olarak Mayakovski yükseliyor. Aynı dönemde Nazım Hikmet’in şiirlerindeki devrimi selamlayan düşüncelerin gözlerden kaçması imkansız.
Sürrealizmin önemli temsilcilerinden Robert Desnos direniş eylemlerinde bulunarak 44 yaşında tutuklanıyor, ertesi yıl Çekoslavakya’da bir toplama kampınaa sürülüyor ve orada esir tutuluyor. Ölümünün ardından ise bizlere devrimci şiirleri kalıyor.
Pek çoğumuzun bir Zülfü Livaneli şarkısı olarak bildiği ‘Ey Özgürlük’ şiirinin şairini inceleyelim şimdi de. Özgürlüğün şairi olarak da bilinen Paul Eluard Birinci Dünya Savaşı’nda cephede görev alıyor ve sonraları yaşadığı korkunç anıları ‘Le Devoir’ adlı şiir derlemesinde yayınlıyor. İkinci Dünya Savaşı’nda ise direnişin en önemli isimlerinden biri olan Eluard, 1942 yılında ‘Özgürlük’ adlı şiirini ‘Poésie et Vérite’ derlemesinde gizlice yayınlıyor.
Son olarak da, tüm yazılarında anti-faşist mücadeleye yer veren devrimci şair Elizaveta Polonskaya’dan bahsedelim. Polonskaya, bir yandan devrim çalışmaları sürdürürken diğer yandan da şiirler yazıyor ve bu şiirler edebiyat çevrelerinde ilgiyle, hayranlıkla karşılanıyordu. İlya Ehrenburg, Maksim Gorki ve daha başka genç devrimci edebiyatçılarla tanışan Polonskaya onlarla yakın dostluk da kurmuştu. Eylemleri yüzünden ülkesinden kaçmak zorunda kalan Polonskaya hayatı boyunca şiirle bağlarını koparmamıştı.
Bu yazıya tek tek sığamayacak sayısız daha fazla isim devrimin şiirle geleceğini savunuyor ve bedenen aramızdan yıllar önce ayrılmış olsalar dahi ölümsüz düşünceleri hep bizimle kalıyor. Sürrealizm, formalizm, fütürizm ve benzeri gibi akımlara baktığımızda hepsinin ilerici, bağlarını geçmişten koparmaya yönelik tutum takınan akımlar olduğunu görürüz. Bu akımın öncülerinin çoğu ise yaşadıkları dönemde, vatanlarını terk etmeye, sürgüne maruz kalmış, zulm ve işkenceden geçmiş, vatan haini ilan edilmiş ya da “intihar etmiştir”. Yani, devrimci düşünce tarihin her anında baskılarla karşılaşmış ancak bu şairleri yollarından alıkoymamıştır. Aksine bir şairin şiirleriyle yaktığı mücadele meşalesini bir diğeri taşıyor ve bir ötekine teslim ediyor. Böylece geçmişten günümüze şiirlerle bir mücadele bağı kuruluyor. Tıpkı Edip Cansever’in elden ele dolaşan karanfili gibi mücadele bir sevda olarak büyüyor.
Devrimin söz konusu olduğu her yere şiir de ayak basmış yani devrimin geçtiği her yoldan tarih boyunca şiir de geçmiştir ve kuşkusuz ki geçmeye de devam edecektir. İşte bu yüzden şiirsiz devrim olamaz.
Nehir Özkızan
Bağımsızlık Yolu üyesi