LTB Şiddete Karşı Yan Yana Projesi Koordinatörü Dr. Ömür Yılmaz kadına yönelik şiddetle ilgili açıklamalarda bulundu.
LTB Şiddete Karşı Yan Yana Projesi Koordinatörü Dr. Ömür Yılmaz COVID-19 salgınının baş gösterdiği ilk günlerden itibaren ev içi şiddetin artacağı yönünde endişelerinin oluştuğunu bildirerek, hem aile içi şiddete dair uluslararası literatüre hem de Kıbrıs’ın kuzeyinde verilen hizmetler ve mücadelenin kendilerine öğrettiklerine dayanan bu endişe ve öngörü kısa bir sürede dünyanın farklı yerlerinden gelen verilerle teyit edildiğini kaydetti.
Kıbrıs’ın güneyinden ve Fransa’dan aile içi şiddet vakalarında %30 oranında artış haberlerinin geldiğini de belirten Yılmaz, aile içi şiddet tehdidiyle yaşayan kadın ve çocuklar için “evde kal” sloganı ve ardından gelen sokağa çıkma yasağı bir çoğunun aksine güvende kalmak değil, korku ve şiddet ortamına hapsolmak anlamına geldiğini belirtti.
“Sosyal İzolasyon Kuralı, Aile İçi Şiddetle Mücadele Eden Direnişçiler İçin Çok Tanıdık”
Yılmaz sözlerine şöyle devam etti:
Bugün yaşadığımız olağanüstü koşullarda hepimizin uymakla mükellef olduğu “sosyal izolasyon” kuralı aslında aile içi şiddetle mücadele eden direnişçiler için çok tanıdık. Şiddet uygulayanlar için ise sistematik bir şekilde uygulanan kontrol ve tahakküm kurma mekanizmasının sıkılıkla başvurulan, önemli bir aracı. “Onlar seni dolduruyor, aramızı bozuyorlar” veya “sana güvenmiyorum değil, dışarıdaki insanlara güvenmiyorum” gibi bahanelerle kadının ailesi ve arkadaşlarıyla ilişkileri sınırlanır. Böylece bir yandan kadının şiddet yaşadığında ulaşabileceği sosyal destek mekanizmaları ortadan kalkarken, diğer yandan konuşacak başka hiç kimsesi kalmayan direnişçi kendisini şiddet uygulayıcısının gözünden görmeye başlar. Güçsüz ve çaresiz…”
“Fiziksel Şiddete Maruz Kalan Kadın Oranı Yüzde 40”
Yılmaz, Şiddete Karşı Yan Yana Projesi kapsamında bir anket çalışması yürttüklerini de belirterek, Mart başında Prologue Consulting tarafından ilk etabı tamamlanan bu çalışmanın kendilerine içinde bulunulan durumun aile içi şiddeti nasıl etkileyeceğine dair de önemli bilgiler verdiğini belirtti.
Anketle ilgili bilgi de veren Yılmaz şu ifadelere yer verdi:
“COVID-19 dönemi başlamadan toplumumuzda fiziksel şiddete maruz kaldığını ifade eden kadınların oranı halihazırda yüzde 40 (boğmaya çalışma yüzde 20, silah veya kesici bir aletle saldırma yüzde 18!), psikolojik şiddet yüzde 60 ve cinsel şiddet yüzde 25 idi. Nereye gideceğiniz veya kiminle görüşeceğiniz gibi konularda sınırlama ise yüzde 50. Sosyal ve psikolojik gerilimin arttığı, ekonomik sıkıntıların ve belirsizliğin yükseldiği, aile bireylerinin sınırlı bir alana hapsolduğu bu dönemde, şiddetin artmaması da kadınları şiddet döngüsüne prangalayan çaresizlik duygusunun pekişmemesi de mümkün değil.
“Direnişçilerin Bize Genelde Bir Tanıdık Aracılığıyla Ulaştığınızı Görüyoruz”
Yine bu anketin verilerine göre kadınlar şiddet gördükleri zaman bunu paylaşmaları en muhtemel ilk beş kişi: Psikolog, polis, anne-baba, avukat ve yakın arkadaş. Ancak polise yapılan başvuruların çok büyük bir çoğunlukla fiziksel şiddet ve korkunun tavan yaptığı, artık son noktada geldiğini biliyoruz. LTB Kadın Sığınma Evi’ne gelen başvuruları da değerlendirdiğimizde, polis veya Sosyal Hizmetler tarafından yapılan yönlendirmelerin dışında direnişçilerin bize genelde bir arkadaş, aile bireyi veya tanıdık aracılığıyla ulaştığınızı görüyoruz. Şu anda bu kanallar büyük ölçüde kapanmış durumda. Güvenilir kişilerle fiziksel temas neredeyse imkansız hale gelirken, telefonla veya mesaj yoluyla şiddetin anlatılacağı ve çıkış yolu aranacak etkili bir iletişim ise özellikle küçük bir yaşam alanına sıkışmış kadınlar için büyük bir lüks.”
“Şiddete Uğrayanlar Destek Mekanizmalarına Ulaşamıyor”
Kadına Karşı Şiddete Müdahale Şubesi Amiri Mehmet Sözmener’in basına verdiği Mart ayı verilerine de değinen Yılmaz, Mart 2020’de polise gelen aile içi şiddet şikayeti sayısında önceki aylara göre ortalama yüzde 12’lik bir düşüş olduğunu, ve maalesef benzer bir düşüşün kendilerine gelen başvurularda da görüldüğünü kaydetti.
Yılmaz açıklamasının devamında şunları kaydetti:
“Bu salgın döneminde ev içi şiddet başvuru sayılarında düşüş sadece bize özgü değil. Örneğin İngiltere’nin bazı bölgelerinde ve Amerika’nın New York eyaletinde özellikle direnişçilere destek sunan programlara yapılan başvuru sayılarında “endişe verici” bir düşüşten bahsediliyor. Neden endişe verici? Çünkü aile içi şiddetin bu şartlarda artacağına kesin gözüyle bakılırken, bu veriler şiddet yaşayanların destek mekanizmalarına ulaş(a)madıklarını gösteriyor. Şiddet uygulayan yanı başında veya yan odada otururken, daha fazla şiddete uğrama riskini almadan telefon veya sosyal medya aracılığıyla destek hizmetlerine erişmek imkansız olabiliyor. Bazı direnişçiler salgın önlemleri çerçevesinde birçok hizmet gibi bu hizmetlerin de durdurulduğunu düşünebiliyor. Sağlık açısından izole olmanın ve evde kalmanın önemi her kanaldan bilinç altımıza sokulurken, direnişçiler evden çıkmayı, hele de sığınma evleri gibi kolektif yaşam alanlarına girmeyi kendi ve çocuklarının sağlık güvenliği için bir seçenek olarak görmeyebiliyor…
“Direnişçi, Bugünkü Şartlarda Farklı Karar Veriyor Olabilir”
Polise yapılan şikayetlerdeki düşüşü ayrıca değerlendirmek lazım. Muhtemel birkaç sebebe bakalım.
1. Aile içi şiddet yaşayan kadınları “normal” zamanda polise şikayetçi olmaktan geri tutan en önemli sebeplerden bir tanesi “sonra ne yapacağım?” çaresizliği, bir diğeri ise “en fazla bir gece tutarlar, sonra gelip bana daha kötüsünü yapar” korkusudur. Psikolojik olarak hepimizi güçsüz ve çaresiz hissettiren bu salgın döneminde, işsizliğin, ekonomik sıkıntıların ve belirsizliğin de artmasıyla direnişçilerin şiddet yoluyla yaşattırıldıkları çaresizlik duygusunun ve korkunun daha da büyümesi çok normal. Yani belki de bir ay önce polisi aramakla sessiz kalıp şiddete boyun eğmek arasında karar vermek için tüm artıları eksileri değerlendirip polisi aramaya karar verecek olan bir direnişçi, bugünkü şartlarda tam tersi karar veriyordur.
2. Şiddet uygulayanla aynı mekanda hapsolmuş bir direnişçinin, o kararı verse bile, dışarıya çıkarak veya telefonla polise ulaşma özgürlüğü ve fırsatı olmayabilir. Polis müdahale edene kadar daha ağır bir şiddete maruz kalma korkusu yaşayabilir.
3. Daha önce birçok platformda dile getirdiğim gibi poliste Kadına Karşı Şiddete Müdahale Şubesi’nin aile içi şiddete karşı verdiğimiz mücadelede devrim etkisi yaratan bir adım oldu. En azından Lefkoşa’da… Ve en azından “normal” zamanda… Şube, Lefkoşa Polis Müdürlüğü bünyesinde kuruldu ve diğer ilçelerde ancak irtibat görevlileri aracılığıyla takip yapabiliyor. Bu irtibat kişilerinin tek görevleri de maalesef kadına karşı şiddete müdahale değil. İçinde bulunduğumuz olağanüstü hal koşullarında, hem bu irtibat görevlilerinin hem de genel olarak polis teşkilatının sokağa çıkma yasağı gibi kuralların denetlenmesiyle gelen ağır bir iş yüküyle boğuştuğunu tahmin etmek zor değil. Aile içi şiddet vakaları mağdurun şikayetçi olup olmadığına bakılmaksızın polisin işlem yapmasını gerektiriyor. 24 saate kadar tutukluluk, tahkikat, teminat duruşması, ceza davası dosyasının tanzimi… Özellikle tek görevi aile içi şiddet vakaları olmayan polis memurlarının yüklerini hafifletmek için önemsiz gördükleri bazı vakaları görmezden gelmeleri (ve işlem başlatmamaları) veya bundan birkaç yıl öncesine kadar kurumsal olarak kabul gören arabuluculuk yöntemine başvurmaları (yani yine yasal süreç başlatmamaları) oldukça muhtemel. Bunlar da kayıtlara geçmeyen ve hiç yaşanmamış gibi görünen vakalar olarak kalacaklar.
Şiddete Ortak Olmayın
Farklı ölçülerde de olsa bu üç sebepten hepsinin polise ulaşan şikayetlerdeki düşüşte etkili olduğunu düşünüyorum. İçinde bulunduğumuz koşullarda aile içi şiddetin yükseldiği ve yükseleceği ön kabulüyle, hepimize büyük sorumluluk düşüyor. Bir şekilde polise ulaştığını ancak işlem yapılmadığını bildiğimiz vakalar varsa Kadına Karşı Şiddete Müdahale Şubesi’ne veya PGM’ye bildirelim. Daha önce buna benzer konularda Şube’ye yapılan bildirimlerin büyük bir sorumlulukla dikkate alındığını ve gereken müdahalelerin sağlandığını gördük.
Şiddete ortak olmamak için ev içi şiddet yaşadığını veya şiddet riski altında olduğunu bildiğimiz kişilerin destek mekanizmalarından haberdar olmalarını ve bu hizmetlere ulaşmalarını sağlayabiliriz. Acil durumlarda, örneğin komşu evden veya sokaktan çığlık veya şiddetli kavga sesi geldiğinde, ALO 155 Polis ve ALO 183 Sosyal Hizmetler Şiddet İhbar Hattı’nı aramalıyız. Hatta polis olay yerine intikal edene kadar oturup beklemek yerine, kendimizi riske atmadan, şiddet uygulayıcısının dikkatini başka yere çekecek, olayı durduracak bir müdahale yapabiliriz. “Polis yolda” diye bağırabiliriz, kapıya veya duvara vurabiliriz… 155 ve 183’e yapacağımız ihbarlarda kimliğimizi deşifre etmemiz gerekmez, sadece müdahale edilecek adresi vermemiz yeterlidir.
“Bu Zorlu Süreç Bazılarımız İçin Çok Daha Zorlu”
Şiddet yaşayan veya risk altında olan kişi bir yakınımızsa ve polise başvurmak veya destek almak için adım atmaya hazır değilse, onunla bize polisi aramamız gerektiğini anlatacak bir şifre oluşturmalıyız. Belli bir kelime veya cümle olabilir, birkaç kez telefonu çaldırıp kapatma olabilir… Unutmayalım, bu zorlu süreç bazılarımız için çok daha zorlu. Evinde kalıp aynı zamanda güvende kalmak bazılarımız için çok zor, hatta mümkün olmayabilir.
Her türlü bilgilendirme, yönlendirme, adli yardım ve sığınma talepleri için Lefkoşa Türk Belediyesi Aile İçi Şiddetle Mücadele Ekibi’ne 0542 876 30 30 ve 0533 855 30 30 numaralı telefonlardan 7/24 ulaşabilirsiniz. Sosyo-ekonomik durum, yaşadığı bölge, cinsel yönelim veya cinsiyet kimliği, vatandaşlık veya muhaceret durumu gibi hiçbir ayrım gözetilmeksizin destek talep edebilirsiniz.”