Sibel Siber Ctp’nin cumhurbaşkanı adayı olarak resmen ilan edildiğine göre Tayyip Erdoğan’ı karşılama esnasında gösterdiği nazik gülümsemesi hakkında da konuşabiliriz. Öncelikle şunu ivedilikle belirtmem zaruridir ki; Sibel Hanım’ın kadın olmasının konuyla herhangi bir akrabalığı olmadığı gibi mevzu tamamen politiktir ve olay deklanşörün o esna basıldığı için fotoğraf karesinin böyle resmedilmesinden de kaynaklı değildir, insan gülümser, resim donar, ve insanlar bütün resimlerde o anda milyon tane anın birleşmesinden ve birleşerek yürümesinden ibaret bir canlılığın hareketidir, hareketin dondurulmasıdır ve mevzu da tam burada yazıya filiz olmaktadır ki, insan da tıpkı tarih gibidir, dünün anları, anıları, bugünün resmine canlılık katarken geleceğin hareketlenmesine de resim tutar, ve bazı resimlerde insan bir tarihe karşı yüz tuttuğunu bilmez, ondan mütevellit ki mevzu “bir gülüş” değildir güzel abilerim, güzel ablalarım.
Mevzu, -tekrar ediyorum ve yüksek sesle bağırıyorum; politiktir. Çünkü Tayyip Erdoğan bir gelenektir, geleneğin devamıdır, ve gülümsediğin yanak –fena halde politiktir.
Tayyip Erdoğan, Sibel Hanım’ın, Rize’den kayınçosunun sınıf arkadaşı olsaydı ve bu yaz Yavruvatan’ı görmek için adaya şeref verip ayak bassaydı, elbette, kimse ona bu nazik gülümsemesi ve sıcak tavrı için bişey diyemezdi. Çünkü bütün Rizelilerin, ve başka Rizelilerin, ve Rizeli olmasa bile bütün başkası olanların, ve hatta kayınçoların, ve onların sınıf arkadaşlarının böyle nazik bir gülümsemeyle karşılanmalarında hiçbir beis görülmezdi.
Beis burada politikanın konusudur, ve sanırım politika bütün beislerin de konusudur.
Ve sana kızdığımız, insan yanağına insanca bakarak senin yerine de kızardığımız işte bu beis meselesidir, yanak meselesidir, çünkü politika dediğin böyle insani gülümsemelerin başka yanakta bıraktığı uymazlığıdır.
Uymazlığı ki, insanın uzun yollu kavgasıdır. O uymazlık ki, o yanağa bin yıldır yanağını uzatmayan, gülüşünü vermeyen, çok mu nezaketsiz, çok mu kabadır ve ilkelliktir, sence nedir, bir insan, bir yanak için kaç kere ölebilir, kaç yanağı hiç düşünmeden ve sadece gülmesin diye, kaç kere daha öldürebilir?
Keşke o çok sevdiğiniz kahramanlara “özür dilerlerse affedebiliriz” diye buyurduğunda devletlü ne karşılık verdiğine baksaydınız. Ama bakamazdınız, çünkü o kahramanların ancak masallarda olduğuna inandırıp kendinizi ve sonra çevrenizi, yalanlarınızı da kılıflar bulmaya çalışıyordunuz o ara. Ne yazık ki sizin için çağdaşlık, o ülkenin bir kadın başbakanının olmasıyla yeterliydi, ah keşke Türkiye’nin tek kadın başbakanı olarak tarihe geçen Tansu Çiller’in dönemine de şöyle bir “çağdaş bir bakış açısıyla” bakabilseydiniz. Çünkü tek bir imge tek bir simge tek bir kalıplaşmış cümle koca bir tarihi ve çevreyi yönetmenize yeterliydi, kılıfı çağdaşlık maskesiyle. Oysa mevzu bir yerden sonra öyle çağdaş bir yerden ve zeka üzerinden tartışılmaya başlanmıştı ki, kopyası gülümsediğin yanaktan alınmış bir tarihsellik “benim başörtülü bacılarıma saldırdılar” gibi tek bir simge tek bir imge tek bir kalıplaşmış cümle üzerinden bir dezenformasyon çalışması olmuştu.
Birden biz kaba, ilkel, kadın düşmanı, aşağılık ve yine her boka muhalefet eden olmuştuk. Konunun aslından sapılıp bambaşka bir yola girilmek suretiyle bir müddet sonra hadisenin kendisinden apayrı bir tartışma başlandı. Bu tartışmanın sonucunda gülen yanak sahibi “mağdur” ve “müşteki” duruma getirilerek konu “bu çerçevede” yazılmaya, çizilmeye, konuşulmaya başlandı. Yanak gülümsememiş gibi, konu hiç politik değilmiş gibi, bütün kabahat kayınçonun sınıf arkadaşına kesilerek konu hiç yaşanmamış gibi kapandı.
Fakat biz kapatmayacağız, abiler, ablalar. Kapatmayacağız çünkü o yanak, hani o uymazlık yanağı, senin şirin gülümsemenden ve inanın bana gazetecinin deklanşöre basmasından ve altı-üstü “bir gülüş” demenden çok eski, çok daha eskidir. Öyle eskidir ki, senin gülümsemen bir yerde unutulur hatırlanmaz da, o uymazlık yanağıyla onlara vakur bakanlar tarihten hiç silinmezler.
Bil, vallahi de billahi de mevzu gülmen değil. Sarılsan umurumda değil, mevzu bu hiç değil. Ben kayınçosundayım, inan.
Çünkü sen orada, sağın bütün kalıplarını ve kalıplaşmış emarelerini yenidünyanın yeni yasalarına kılıf yaparak, siyaset yaparak, para yaparak, duble yol yaparak, inşaat yaparak, rezidans yaparak, yaptığından çoğunu hasıraltı yaparak getirmiş olan bir geleneğin son temsilcisine gülümsedin.
Böyle deyince kızıyorsunuz, kadın “bir gülümsedi” üstüne komplo teorileri yazıyorsunuz diyorsunuz. Komplo teorisi mi yazıyoruz? Hiç insafın yok güzel abim. Berkin 15’indeydi, hikayesi de orada. Berkin komplo teorisi değildir, çocuktur çocuk, abilerim ablalarım! Ve senin tarih bilmiyor oluşun, politika bilmiyor oluşun ama hep çok konuşuyor oluşun bence tarihin en kötü yazılmış komplo teorisidir!
Canım abim. Bizim kayınçolarla bir derdimiz yoktur, onları severiz, hep seveceğiz. Bütün kayınçolar birbirimize çok içten güldüğümüzde, ki biliyorsun hep düşman etmek isterler, bu dünyada bu çocuklar güzel büyüyecekler abim. Masal değil, gerçek. İnan. Dünyanın bütün kayınçoları birleştiğinde o yanakta Berkin’in de gülüşü olacak, bunu da bil. Başka dillerde, başka yanaklarda büyüyecek Berkinlerimiz, belki adını söyleyemeyeceğiz ama yanaktan tanıyacağız, bir aşkı bir gülümsemeden tanıyıp bildiğimiz gibi..
..Alkışlamak da öyle, son kayınçonun tahlilinde..
Ali Doğanbay
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.