“Yol Yoksa Seyrüsefer de Yok” eylemi dün akşam gerçekleşti. Hükümetin her aklına geldiğinde elini halkın cebine atmasına tepkili her Kıbrıslı Türk gibi ben de alandaki yerimi aldım. Öncelikle şunu söyleyeyim, kürsüden sürekli tersi söylense de, katılım bence fazlasıyla tatmin ediciydi. İki bine yakın insan, kendiliğinden bir tepki ile ve soğuğa rağmen oradaydı. Bu hiç de azımsanacak bir rakam değildir. Hatta eylemin geçen hafta ertelenmiş olmasından dolayı katılımın düştüğü hesaba katılırsa, çok ciddiye alınması gereken bir rakam söz konusudur.
Eylemin katılım ve coşkusunun gayet olumlu olduğunu düşünüyorum. Bu durumun oluşmasında, eylemin kendiliğinden gelişmesinin ve hem düzenleyenler hem katılanlar açısından samimiyet kuşkusunun bulunmayışının etkisi hissediliyordu. Ancak kendiliğindenliğin, avantajları yanında dezavantajları da eylemde görünür durumdaydı.
Gece boyunca kürsüden dile getirilen tüm sözler; tepki, ilenme, acı, beddua ve çaresizlikle damgalıydı. “Allah belanızı versin” veya “sizin rantınız varsa halkın da Allah’ı var” gibi cümleler, düzen partileri ile onların himayesindeki ultra zenginlere herhangi bir rahatsızlık vermemiştir. Zaten Allah’asığınarak başarı kazanmış bir eylem de bilmiyorum tarihte… Ama bu bedduaya dayalı çaresizlik; örgütsüzlüğün, hedefsizliğin, program eksikliğinin, sorunu tespit edemeden sonuçlara tepki hissediyor olmanın doğal sonucuydu.
Birkaç konuşmacı zenginlerin kayırılıp halkın sömürüldüğünü kısaca ifade etmiş olsa da, eylemin hedefinde esas olarak örgütler, partiler ve sendikalar vardı. Düzen partileri, seçim partileri, rejim partileri, sermaye partileri değil tüm partiler ve partililer! Bürokratik sendikalar, parti uydusu sendikalar, sarı sendikalar değil tüm sendikalar ve sendikalılar! Kısacası sendika fikri, parti fikri, örgüt fikri yerden yere vuruldu dün akşam ve örgütsüz olmak gurur duyulacak, övünülecek bir şey olarak yüceltildi.
Eylemde yol güvenliği ve zamlara karşı tepki dile getirilmiş olsa da; trafikte kalıcı çözümün temel unsuru olan toplu taşımacılıktan söz eden olmadı, bisikletlilerin haklarını dile getiren olmadı, yoğun araba kullanımının doğaya verdiği zarardan bahseden olmadı…
Tüm bunları saymamın nedeni; eyleme katılımı küçümsemek veya eylemi olumsuzlamak değildir. Sonuçta ben de ordaydım ve bazı konuşmaları da yürekten bir şekilde alkışladım. Özellikle de trafikte yakınını kaybetmiş insanların içten şikayetlerinin bir kürsüde ifade edilmiş olmasını çok olumlu buluyorum. Ancak olumlu baktığı her şeyi körlemesineövmeye veya olumsuz bulduğu her şeyi acımasızca gömmeye değil; her olgunun olumlu/olumsuz yanlarını nesnel bir şekilde analiz etmeye dayanan örgütlülük kültüründen geliyorum. Bu yüzden de eksik, sıkıntılı noktaların halının altına süpürülüp methiyeler düzülmesinin en çok da halka zarar vereceğini düşünüyorum.
Örgütsüzlüğün yüceltildiği böylesi eylemler bile, asgari bir örgütlenme olmazsa başarılamaz. Eylemin yeri, tarihi, saatini belirlemek bir karar mekanizması gerektirir. Ses sistemi ayarlamak, güvenlik önlemi almak, kürsü kurmak ve toplanma, dağılma organizasyonu yapmak örgütlenmek demektir. Dahası, eylemi organize eden kişiler, sonrasında oturup sonuçlarını değerlendirecek ve bir sonraki adımda ne yapılacağına karar vereceklerdir. Bu da bir örgütün temel işlevlerindendir. Belki bazıları bu kendiliğinden eylemin süreklilik arz eden bir yapıya dönüşmesi gerektiğine karar verecek ve katılımcıların bir kısmı da onları takip ederek yeni bir örgüt kuracaktır. Eylemi düzenleyenlerin sonradan bir örgütlenmeye girme düşüncesi geliştirmesi olağandır, çünkü sonuçta tüm bu süreci koordine etmek, baştan örgüt pratiğine yakın olmayı gerektirir… Ama bu eylemlerden yeni örgüt/lerbile doğsa, mevcut eylemin esas mesajının örgütsüzlüğünkutsanması olduğu gerçeği değişmeyecektir!
Peki örgütlü veya örgütsüz olmak neden bu kadar önemli? Sonuçta son yıllarda hiçbir örgüt tek başına beş yüz kişiden daha kalabalık sokağa çıkamamışken, bu kendiliğinden harekete iki bine yakın insan katılmadı mı? Eğer yüksek katılım örgütsüzlük övülerek sağlanacaksa, bunun ne sakıncası var?
Tarihte bütün temel değişimler, örgütsüz halk kitleleri ile sokakta buluşan örgütlü gruplar tarafından kotarılmıştır. Söz konusu örgütler halkın katılımına, fikirsel belirleyiciliğine ne kadar açıksa; değişimin demokratik niteliği ve kalıcılığı da o kadar yüksek olmuştur. Ama belirleyici olan her zaman örgütlülüktür. Örgütsüz olmayı yücelten her halk, örgütlü olanlar tarafından yönetilmeye, yönlendirilmeye ve yenilmeye mahkum olur. Mevcut partilerin, sendikaların eleştirilmesi ile sendikalı olmanın, partili olmanın eleştirilmesi bu yüzdenfarklı şeylerdir!
Kalabalık olanlar ile örgütlü olanlar karşı karşıya geldiklerinde, son sözü örgütlü olanlar söyler. Tıpkı bizde kalabalık kitlelerin yol güvenliği istencine rağmen, örgütlü ultra zenginlerin kârlarınınnön planda tutulmaya devam etmesi gibi…
Örgütlü azınlıklar ciddi değişimlere imza atarken, örgütlü kitlelerin tarihte başaramayacağı herhangi bir şey yoktur. Tarihin gördüğü en muazzam savaş makinesi olan ABD’yi, topraklarından söküp atan Vietnamlı köylülerden tutun da; Britanya İmparatorluğu’nu tek bir kurşun sıkmadan yenen Hindistan’a kadar onlarca örnek vardır tarihte… Ama bence kalabalık olmakla örgütlü olmak arasındaki en çarpıcı kıyaslama Aztek İmparatorluğu örneği ile açıklanabilir.
İspanyollar Güney Amerika’ya geldikleri zaman Azteklerinyönetmekte oldukları imparatorluk, çoğu Avrupa ülkesinden büyüktü. İspanyol haydut Cortes, bazı kaynaklara göre 300,000 kişiyi bulan Aztek güçlerini yanındaki 500 civarındaki asker ile yenmiş ve bugün Mexico City olarak bilinen yerde İspanyol hükümdarlığını ilan etmiştir…
Yaşar Kemal’in Teneke isimli romanında, Kaymakam karakteri Tellal’a “yalan bu kadar güçlü mü?” diye sorar. Tellal’ın yanıtı öğreticidir: “Sen bana bak, oğlum, yalanın gücü doğrunun güçsüzlüğünden değildir. Yalan teşkilat kurmuş, doğru yalnızdır.”
Üç yüz bin kişiyi, beş yüz asker ile alt edenlerin dünyasında; kalabalık olmak iyi bir şeydir ama en az bunun kadar iyi bir şey de; ortak hedeflere demokratik yollarla ilerleyen organize bir yapıya yani örgüte sahip olmaktır… Hepsinden daha iyi olan ise örgütlü bir kalabalık olmaktır… Çünkü Şili halkının aylardır sokaklarda söylediği gibi; “Örgütlü bir halkı, hiçbir kuvvet yenemez!”
Bu yüzden, evet halkın “yol yoksa seyrüsefer de yok” çığlığı duyulması, anlaşılması ve üzerinde düşünülmesi gereken bir olgudur. Ancak halkımızın duyması, anlaması ve üzerinde düşünmesi gereken şey de “örgüt yoksa yol da eğitim de sağlık da” olmayacağıdır! Çünkü örgütlü kötülüğün karşısına, sadece örgütlü olarak çıkılabilir!
Münür Rahvancıoğlu
Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri