Olağanüstü dönemlerin neden olduğu somut gelir yaratma ihtiyacının ötesinde, servet vergisi felsefi olarak da savunuluyor
Neredeyse tüm dünya Covid-19 ile birlikte iyice artan sağlık sorunları, derinleşen ekonomik kriz, gelir ve servet eşitsizlikleri nedeniyle önümüzdeki süreçte yeni vergilerin gündeme getirilmesinin kaçınılmaz olduğu yönünde hem fikir.
Bu bağlamda servet zenginlerinden alınacak bir servet vergisinin hem kalıcı bir kamusal sağlık harcaması ve sosyal koruma programı fonlaması için, hem de gelir ve servet eşitsizliklerinin azaltılması için ideal vergi olduğu görüşü giderek yaygınlaşıyor.
Nitekim Dünya Bankası’nın resmi bloğunda yer alan bir makalede adil ve etkin bir servet vergisinin, bu yıl iyice ayyuka çıkan gelir eşitsizliklerini azaltabileceği, Covid-19 nedeniyle oluşan mali kara deliği tıkayabileceği ve vergi mükelleflerinin yitip giden güvenini geri getirebileceği ileri sürülüyor.(1)
Servete vergi yoluyla müdahale tarihte ilk kez yapılmıyor
Aslında sisteme yönelik böyle müdahaleler ilk değil. Kapitalizm tarihinde savaşlar, büyük ekonomik krizler ve salgınlar gibi olağanüstü dönemlerde bu tür vergilerin konulduğu biliniyor.
Örnek olarak (1944-1964) döneminde ABD’de yıllık 400 bin doların üzerindeki gelirlere yüzde 90 oranında gelir vergisi uygulandı.(2) Başta Almanya olmak üzere (1945-1948 yılları arasında), Fransa ve diğer bazı Avrupa ülkeleri borçlarını uyguladıkları artan oranlı bir servet vergisinden sağladıkları gelirlerle ödeyebildiler. Almanya’da bu vergi, borçlar düşüldükten sonraki net servetlere uygulandı, zamanla sınırlıydı ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında ülkenin hızlı büyümesine yardımcı olan faktörlerden biriydi.(3)
Servet vergisinin ardındaki felsefe
Olağanüstü dönemlerin neden olduğu somut gelir yaratma ihtiyacının ötesinde, servet vergisi felsefi olarak da savunuluyor. Öyle ki 17. yüzyılda Fransız politikacı J. B. Colbert: “vergileme kazları bağırtmadan yolma sanatıdır” dediğinde dönemin maliyecileri bundan en az üç temel vergi ilkesi çıkarttılar:
(i) Vergi tabanı olabildiğince geniş olmalı ki uygulanacak vergi oranı en düşük tutulabilsin, böylece vergiye tepki asgaride tutulabilsin (ii) vergi katı esnekliğe sahip ekonomik faaliyetlere uygulanmalı ki ekonomik olarak saptırıcı etkiler ortaya çıkmasın (iii) en fazla vergi vermesi gerekenler sadece büyük servetlerin sahipleridir çünkü bu kesimler en rahat fedakârlıkta bulunabilecek insanlardır.(4)
Bu ilkelerin ışığında büyük servet sahiplerinin en geniş vergi tabanını ve en rahat fedakârlık yapabilecek kesimi oluşturdukları açık. Bu nedenle de (teknik olarak) etkin ve adil bir vergi sisteminin mutlaka ciddi bir servet vergisini içermesi gerekiyor.
Servet vergisi “toplumsal faydayı büyütme aracı”
18. ve 19. yüzyıllarda ise servet vergisinin gerekçeleri liberal faydacı felsefeciler tarafından ortaya atıldı. Bu felsefenin kurucularından J. Bentham (1748-1832) tüm kamu politikalarının olduğu gibi, vergi politikasının da ana amacının toplumsal faydayı maksimize etmek olduğunu ileri sürdü.
Ona göre, elinde kendi ihtiyaçlarının çok ötesinde gelir ya da servet bulunduranların, bu servetlerinin bireysel refahları üzerindeki olumlu etkisi (azalan marjinal fayda kanunu yüzünden) sınırlıdır. Bu nedenle de gelir ve servetin bu fazlası vergileme yoluyla bunlardan alınarak yoksullara dağıtılmalı, böylece onların bu fazlayı tüketerek elde ettikleri fayda ile tüm toplumun faydası artırılmalıdır.(5)
J. Bentham’ın çağdaşı, Marx ve Engels tarafından “küçük burjuva sosyalisti” olarak nitelenen ve asgari ücretin (ödeme gücünün altında kaldığı için), vergi dışı bırakılması gerektiğini ilk kez ortaya atan Fransız maliyeci J. C. L. Simonde De Sismondi‘ye göre (1773-1842) herkes sahip olduğu servete göre vergi ödemelidir çünkü servet ödeme gücünün en önemli göstergesidir. Ayrıca servetin bir avuç insanda toplanması toplum açısından zararlı, bunu önlemeye dönük artan oranlı bir gelir vergisi ise yararlı ve gereklidir. (6)
Geçen yüzyılda bir başka maliyeci A. Pigou (1877-1959), Bentham’ın yaklaşımını geliştirerek gelir ya da servetin artan oranlı bir vergileme ile yeniden bölüştürülebileceğini, böylece de gelir bölüşümünde adaletin sağlanabileceğini, yoksulluğun ortadan kaldırılabileceğini ileri sürdü. (7)
Ancak artan oranlı vergileme konusundan öncelikli olarak Sismondi ve Komünist Manifesto’da Marx ve Engels’in (1848) söz ettiğinin altını bilhassa çizmek gerekiyor.
İsrafı önlemede servet vergisi
Bu tarihsel felsefi özet bize, günümüzde artan oranlı olarak düzenlenecek bir servet vergisinin gelir dağılımını iyileştirici ve yoksulluğu azaltıcı bir işlev görebileceğini gösteriyor.
Bir de konunun israf boyutu var. Zengine ihtiyacının ötesindeki aktarılan her ilave gelir ya da servet iktisadi olarak anlamsız bir israftır. Çünkü bu kesimlere dişe dokunur bir fayda sağlamaz. Üstelik zenginler daha da zenginleştikçe bu anlamsız ve haksız durum daha da kötüleşir. Oysa aynı servet ya da gelir yoksullara dağıtılsa onların hayatlarında olumlu gelişmelere yol açabilir. Bu yüzden de soruna yoksullar açısından bakıldığında ilave servetin azalan getirisinden ziyade, artan israfa odaklanmak daha doğru olur.(8)
Vergilemede adalet yaklaşımlarıyla uyumlu bir vergi
Ana akım maliye teorisi altında vergilemede adalet Ödeme Gücü ve Faydalanma Yaklaşımlarına göre tanımlanıyor. Her iki yaklaşım açısından da vergilemede adaletin sağlanabilmesi için servet vergisine ihtiyaç var.
Örneğin Ödeme Gücü Yaklaşımı bağlamında, bir bireyin vergi ödeme kapasitesinin büyüklüğü; hem gelirinin düzeyi, hem de stok gelir anlamında net servetinin büyüklüğü ile doğru orantılı. Bu yüzden de bireyin ödeme gücüne göre vergilendirilmesinde sadece gelirinin değil, servetinin de dikkate alınması ve böylece iki verginin de birlikte ve artan oranlı olarak uygulanması gerekiyor.
Faydalanma Yaklaşımı bağlamında da bu ilişki açık. Çünkü öncelikle özel servetler, başta özel mülkiyeti korumaya dönük yasalar, yargı ve kolluk hizmetleri olmak üzere devlet tarafından sağlanan çeşitli koruma ve kollama hizmetleri ve devletten alınan ticari işlerle, ihalelerle büyüyor. Yani devlet hizmetlerinden en çok yararlananlar büyük sermaye ve servet sahipleri.
Nitekim Sismondi, kamu harcamalarının büyük bir kısmının zengini yoksula karşı koruma sırasında ortaya çıktığını zira bu koruma işi taraflara bırakılsaydı muhtemelen zenginlerin bu işten zararlı çıkacağının altını çizer. Dolayısıyla zenginler sadece servetleriyle orantılı olarak değil, bunun ötesinde kendilerinin avantajına olan sistemi desteklemek için daha fazla vergi ödemelidirler. (9)
Bugün de, Covid-19 Salgını sırasında olduğu gibi, salgının neden olduğu işyeri kapanmalarına rağmen (bazı sektörlerde işçiler ölüm riskine rağmen işe gönderilmeye devam ederken) bu küçük işletmelerin sahiplerine ya da çalışanlarına yeterince mali destek verilmezken, büyük servet sahipleri devletin para, maliye politikalarıyla ve doğrudan müdahaleleriyle öncelikli olarak kurtarılıyor. Bu nedenle en çok fayda sağlayandan bunun karşılığını servet vergisi olarak ödemesinin beklenmesi adil bir tutum.
Küresel servet vergisi önerisinin “değerli yalnızlığı”
Çağdaş iktisatçılardan Thomas Piketty 2014 yılında yazdığı kitabı (10) ile bir yandan kapitalizmin son 200 yıllık tarihinde giderek artan eşitsizliklere, bir yandan da buna bir çözüm olarak küresel bir servet vergisinin gerekliliğine dikkatleri çekmişti.
Piketty’nin analizinin özünde şu formül var: (r > g). Burada ‘r’ sermayenin (servet) getirisini, ‘g’ ise ekonomideki büyümeyi (milli gelir artışını) temsil ediyor. Yazara göre kapitalizm altında servet birikimi (Piketty sermayeyi servet olarak tanımlıyor) ekonominin büyümesinden hızlı olduğundan eşitsizlikler giderek artıyor. Öyle ki bu gidişat durdurulmazsa kapitalizmin çöküşü kaçınılmaz. Böylece kapitalist sistemin devamı ancak servet ve gelir eşitsizliklerinin azaltılmasıyla mümkün olabilir.
Buradan hareketle Piketty kapitalizmi kurtarmaya yönelik politikalar öneriyor. Bunların başında da küresel bir artan oranlı servet vergisi ve üst gelir gruplarının vergi oranını yükselten artan oranlı bir gelir vergisini kapsayan yeniden bölüştürücü vergi politikaları geliyor.
Bu çerçevede kitapta, en zenginlerden alınacak olan gelir vergisi oranının yüzde 80’e kadar çıkartılmasının (bu daha çok şirket üst düzey yöneticilerinin fahiş düzeyde yüksek ücretlerini vergilemek için öneriliyor) yanı sıra, milli gelirin yüzde 2’si oranında gelir yaratacak bir küresel artan oranlı servet vergisi uygulamasının gerekliliği anlatılıyor. Diğer yandan da servet vergisinin girişimciliğin yok edilmesine yol açmayacak bir biçimde ayarlanması gerektiği vurgulanıyor.
Piketty hem analiz yöntemi, hem de önerdiği servet vergisi anlamında yoğun eleştirilere tabi tutuluyor. Bu eleştirilerin önemli bir kısmı da Marksistlerden geliyor.
Servet ve sermaye birebir aynı değil
Öncelikle Piketty sermaye birikim sürecini, araya her hangi bir şey koymaksızın paranın daha fazla paraya dönüşmesi olarak (M….M’ / Para…. Daha fazla para) olarak, yani servet artışı olarak tanımlıyor. Bu da sermaye birikiminde kuşkusuz emek sömürüsü gibi önemli bir aşamanın görmezden gelinmesi demek. Yani yazar için sermaye sadece bir bölüşüm konsepti olarak algılanıyor.
Marksist ekonomi politikte ise sermaye birikim süreci şu şekilde ele alınıyor: (M——C—— P—— C’—— M’/ Para— Meta— Üretim—Daha fazla meta— Daha fazla para). Yani para üretim sürecinde yaratılan kârla büyür ve sermayeye dönüşür. Kârın kaynağı ise emek sömürüsü ile sonuçlanan artı değerdir.
Ayrıca Marx için sermaye sadece bir iktisadi kavram değil, sosyal, siyasal ve yönetsel bir kategori, egemen sınıfın üretim araçlarını denetleme aracıdır. Para veya makine biçiminde, sabit veya değişken olabilir. Özü itibariyle ne fizikseldir ne de finansaldır. Sermayenin özü güçtür. Yani kapitalistlere karar alma ve işçilerden artı değer çıkartma yetkisi veren bir güçtür.
Piketty ise, neo- klasik iktisada sadık kalarak sermayeyi servet olarak tanımladığından, kapitalizmin/sermayenin hareket kanunlarını tam olarak anlayamıyor. Bu nedenle de (çözüm olarak) artan oranlı gelir vergisi ve küresel çapta bir servet vergisine yöneliyor. Böylece önerileri kapitalizmi daha etkin çalıştırmayı ve yüksek düzeydeki eşitsizlikleri azaltmaya dönük kalıyor. Kısaca, 19.yüzyıldaki Ricardo’nun çağdaş versiyonu gibi işlev görüyor. Zira o da toprak sahiplerinin politik gücünü (kapitalist sınıfın güvenli geleceği için) azaltmaya dönük bir toprak vergisi alınması gerektiğini savunmuştu.(11)
Piketty (bırakın özel mülkiyet kurumuna ya da piyasalara karşı çıkmayı) bunların milyonlarca insanın eylemlerinin koordinasyonunda çok faydalı kurumlar olduğuna inandığından, kapitalizmin sürdürülebilmesi için “uzak görüşlü kapitalistleri” vergileme konusunda ikna edebilmek için adeta yalvarır.
Bu da ılımlı bir sosyal demokrat olarak Piketty’nin en zayıf noktasını oluşturuyor. Kapitalist üretim tarzına dokunulmaksızın, sadece yüksek bir servet vergisiyle adaletsiz bölüşüme müdahale etmenin yeterli olabileceğine inanıyor. Diğer taraftan, işçi sınıfını, onun sisteme karşı politik örgütlü mücadelesi ile neler yapabileceğini görmüyor, sınıfın gücüne inanmıyor. Oysa açlığa da, açgözlülüğe de tahammülün bir sınırı var. İşçi sınıfı hala, doğru örgütlenme biçimleri ve doğru bir dünya görüşüne dayalı politik bir irade ile bu eşitsizlikleri ortadan kaldırabilecek tek sosyal sınıf.
Zizek ise, Piketty’nin bir ütopist olduğunu ve servet vergisi önerisinin de tam bir ütopya olduğunu ileri sürer. Ona göre: “Hegel’in ‘soyut düşünce’ ile kastettiği tam da budur. Yani sadece bir önlem almakla yetinip, diğerlerinin sabit kalacağını varsaymak. Oysa gerçek hayatta gelir ve servet bölüşümünde yapılan radikal bir değişiklik üretim tarzını ve kapitalist ekonominin kendini etkiler”.(12)
Sonuç olarak Piketty servetin ve üst gelir gruplarının vergilendirilmesine ilişkin olarak cesur önerilerde bulunsa da bunlar yeterli olmayacaktır. Sermayeye verilen teşviklerin ciddi biçimde azaltılması, yaşanabilir bir ücret düzeyinde çalışma saatlerinin azaltılması, adil ücretlendirme, kamu garantili istihdam programları, temel gelir güvencesi, kamusal mal ve hizmetlerin genişletilmesi ve bunların ücretsiz sunumu, güçlü sosyal güvenlik koruma ağlarının kurulması, sendikaların güçlendirilmesi gibi diğer reformlara ihtiyaç var.
Politik tercih olarak servet vergisi
Servetin gelirden çok daha adaletsiz dağıldığı ve çok daha hızlı temerküz ettiği konusunda Piketty ile hemfikir olan iki diğer Fransız maliyeci E. Saez ve G. Zucman‘a göre (13); süper zenginleri vergilendirebilmek için üç vergisel araç gerekiyor: Artan oranlı gelir vergisi, artan oranlı kurumlar vergisi ve artan oranlı servet vergisi. İlk ikisinden kaçırılan vergi üçüncüsü aracılığıyla alınabilir. Ancak ne gelir vergisi ne de kurumlar vergisi süper zenginleri vergilendirmede yeterli değildir. Çünkü böyle zenginlerin çoğunluğu ciddi servetlere sahip iken vergilendirilebilir gelirleri düşüktür.
Yazarlara göre, uygulanacak bir servet vergisi ile ciddi düzeyde vergi geliri sağlanabileceği gibi, servet bölüşümünde adalet de tesis edilebilir. Keza böyle bir vergi ile servet yığılmasının demokrasi için tehdit oluşturması ve artan karbon emisyonlarının ekolojiyi daha fazla tahrip etmesi önlenebilir. Ayrıca böyle bir verginin uygulanması politik bir tercihtir. Yani uygulanmasının önünde teknik olarak her hangi bir engel yoktur.
Emek sömürüsüne karşı servet vergisi
Son olarak Marksist Emek-Değer Teorisi ve bunun üzerinden temellenen sosyalist yaklaşım açısından durum çok daha nettir. Çünkü bu yaklaşıma göre, servet işçilerin bugünkü ve geçmişteki atalarının ödenmemiş toplam emekleri olan artı değerlerinin bir birikimidir.
Yani servet emek sömürüsünden kaynaklanan, onunla büyütülen, bir emek hırsızlığıdır. Bu yüzden de meşru olmayan bir servetin en azından bir kısmının onun gerçek sahiplerine vergileme yoluyla iadesi son derece etik ve meşrudur. Bu açıdan kısa-orta vadeli bir emekçi iktidarının programında artan oranlı servet vergisi mutlaka yer almalıdır.
Böylece (kapitalist toplumlarda ilerici karakterde de olsa vergilemenin kısıtlarının bilincinde de olarak) artan oranlı bir servet vergisi ile ekonomik durgunluk ve işsizlik gibi sıkıntıları hafifletebilmek, halkın yoksulluğunu, sosyal adaletsizlikleri ve doğaya verilen zararı azaltmak mümkündür.
Devam edecek…
Dipnotlar:
(1) Jim Brumby, “A wealth tax to address five global disruptions”, https://blogs.worldbank.org (6 January 2021).
(2) Sam Pizzigati, “Do We Need a Maximum Wage?”, http://inequality.org (25 September 2015).
(3) Camille Landais, Emmanuel Saez, Gabriel Zucman, ” A progressive European wealth tax to fund the European COVID response”, https://voxeu.org/article/progressive-european-wealth-tax-fund-european-covid-response (3 April 2020).
(4) Bradford DeLong , “Isn’t a wealth tax common sense?”, https://www.socialeurope.eu/isnt-a-wealth-tax-common-sense (3 February 2020).
(5) Richard A. Musgrave and Peggy B. Musgrave, Public Finance in Theory and Practice, McGraw-Hill Kogakuha Ltd., 1980, s.93-95.
(6) http://www.marxists.org/reference/subject/economics/sismondi/ch06.htm (15 Ocak 2021).
(7) G.Pigou, A Study in Public Finance, 3rd edt, London Macmillan, 1951, part 2.
(8) Jason Hickel, “How not to measure inequality”, https://mronline.org (23 May 2019).
(9) http://www.marxists.org/reference/subject/economics/sismondi/ch06.htm (15 Ocak 2021).(10) Thomas Piketty, Capital in the Twenty-First Century (translated by Arthur Goldhammer), The Belknap Press of Harvard University Press, 2014, s. 493-540.
(11) Tomáš Tengely-Evans, “Piketty and Marx”, http://isj.org.uk/piketty-and-marx (28 June 2014).
(12) Slavoj Žižek comments on Thomas Piketty’s ‘Le Capital au XXIe siècle’, https://www.criticatac.ro/slavoj-zizek-comments-thomas-pikettys-le-capital-au-xxie-siecle (30 May 2014).
(13) Emmanuel Saez, Gabriel Zucman, “Progressive Wealth Taxation”, BPEA Conference Drafts, September 5–6, 2019): Forum “Taxing the superrich”, http://bostonreview.net/forum/emmanuel-saez-gabriel-zucman-taxing-superrich (9 April 2020).
Dizinin önceki yazıları;