Yeni Türkiye’nin inşa kısmı halihazırda küre-i arzdan gök kubbeye doğru yükseliyorken, ki anlaşılan o ki yeri de göğü de yaratan şüphesiz odur ileri biat modeli ile 2023 yılına doğru kulaç atmaya başlamıştır. Kulaç kısmında bir değişiklik yok, 1920 Ankara model gayet fötr ve şapkalı olan halinde de aynıydı, sadece kulacı atan ellerde değişiklik arz etmektedir. Zaten bu geleneğin iki temsilcisinin derdi, kulaç ile değil el iledir, ve ettikleri kavgada eşik noktaları budur: Yüz, bişey demiyorum, yüz ama o kulacı öyle atma. Ol sebep ki bu yüzmede durmadan demokrasi, özgürlük, hukuk, eşitlik talep edenlerin boğdurulması bu yüzdendir. Biliyorum, boğdurma bir Osmanlı geleneği kardeşim, ve Mustafa Kemal Paşalar bu geleneği yıkarak cumhuriyeti bize armağan etmişti, cumhuriyeti Mustafa Kemal Paşalar çocuklara, en çok bize, çocuklara armağan etmişti, yüzme bilmeyen çocukların boğulması, devletin günahı değil, değil mi canım kardeşim, çocukların boğulması –hep ki eğitim zayiatı, yüksek derecede cehalet, ve çobanlar, ve bu doğumdan ölüme kadar hayatları bir zayiat hali olan insanların kömür, buzdolabı, ve beyaz olan her şeye olan fetişizmi. Biliyorum, şen ola Mustafa Kemal Paşalar, şen ola..
2023’e doğru kulaç atan ve yüzerek buradan 2071’e kadar gitmeyi hedefleyen (Arkadaşlar arasında nasıl bir iddiaya girişmişlerse) yeni Türkiye Modelinin hükümdar hazretleri, hem başbakan hem genel başkan hem reis-i cumhur olarak (ki bu bahiste hem partisinin reisi hem de cumhurun reisi hatta zaman zaman bütün cumhurların reisi –bütün cumhurlar şüphesiz ki onun kaburga kemiğinden yaratılmıştır-) yeni sadrazam beyleri atamıştır.
Kemalizm’den neo-kemalizme geçişte, yeni bişey yok. Zaten bir cümlenin içinde yeni varsa bilin ki bütün eskileri deneyerek ve uygulayarak kendi-yeni iktidarını kuruyor demektir. Çünkü, başlangıçta yeni yoktu. Ortasında ya da herhangi bir yerinde yeni olmasını beklemek kör gözlülük olurdu. Ortasında özellikle diyorum, çünkü tarih henüz bitmemiştir ve tarih insanla yürüdüğü için, belki de şu esna bütün bu kulaçlar, bütün bu yüzme sevdalıları, hepsi, hepsi derya da bir su tanesi bile değildir. Şu an onların kulaç atması demek bu denizde bir gün bizim yüzmeyeceğimiz demek değildir. Tarih, deryayı denize akıtmayanların olacak çünkü..
Ama şimdi akıyorlar. Ve emperyalizm sıcak su akıntılarını sever bilirsin. Herhalde o yüzden, öylece durduğu ve yüzüne gülüp arkandan iş çevirdiği zamanlara soğuk savaş demiştir. Tuhaf, Kıbrıs ki, hem hep akıcı-yoğun zamanların hem de hep yüzüne gülüp arkandan iş çevirdiği zamanların dönemecinde.. Tarihin hangi dönemecinde nasıl bir büyük yanılgıya düşmüşsek, Lefkoşa’nın ortasından bir yerinden dönerek, tamamına doğru dümdüz gidemiyoruz hiç. Bu ki, bizim üzgün tarihimizdir. Öyle deme, üzgündür, o en sevdiğin kızı, o ilk anda, ilk kez, tam öpecekken, birden kapının çalması gibi. Kapıyı çalan hırsız, biliyorsun, kalkıp yerinden bir baksak, biliyorsun, tanıyorsun, kapıyı çalan yavuz hırsız, hırsız o kadar değil de yavuz hırsız kötüdür, üzgündür, üzgün gelir insan olana.
Evet, farkındasındır farkındalığı olan okuyucu, hep Türkiye’den giriyorum konuya. Hâlbuki anlatmak istediğim, Kıbrıs’ın kuzeyinde yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinden konuşmak. Bir türlü direkt giremiyorum konuya. Bende mi bir sorun var? Coğrafyasal bir nevrotik hastalık mı acaba bu? Aramızda yüzme bilenler var mı, çünkü yazıyı nereye götüreceğimi bilmiyorum.
Bildiğim şu. Yeni Türkiye modeli, daha doğrusu eskisine benzetilerek sadece el değiştirilmiş olan ve aynı suçları ve kabahatleri işleyen bu yarı-hükümdarlık modeli, ve onun eski gelenekçilerinin boneyle denize mi girilir mayoyla girelim üstün-demokratik bakış açısının etrafında, yarım asırdır “kırk satır mı kırk katır mı” diye “boğdurulma beğendirilmeye” çalışıldığı bu denizin kenarında, bu kenarın bir yerinden dönemeci dönerek tamamına doğru özgür-birleşik-bağımsız bir dört tarafı denizlerle çevrili adayı kuracağımız güne değin, bu yüzme sevicilerine, kulaç fetişistlerine karşı, yeni bir deniz, ve o denizde başka başka balıklarla bu deryayı başka sulara döndürerek kavga etmeliyiz, kavga etmeliyiz..
O yüzden seçim olduğunda, bize doğru yüzülüyor demektir, ve onların burada kulaç atıcıları mutlaka var demektir, kavga etmeliyiz, kavgadan vazgeçmemeliyiz diyeceğiz, boykot edeceğiz değil. Boykot, hem tarihe, hem zamana hem de içinden insan geçen her şeye ayıp, zararlı ve haddine olmayan bişeydir. Öyle bişeydir ki, insanın doğasına terstir. İnsan düz olarak –karşı durduğu herşeyle kavga eder. Ve evet, başka kavga edenlerle birlikte, kavgayı denizlerde büyüterek, başka denizlerden büyüterek getirir. Çünkü her yeni deniz getiren insanlığa bir kulaç atmış olur. Getirmek güzeldir, insanidir, bak götürmek öyle değildir, insan olan getirir. Tanırsın, bu yüzme bilenlerin hepsi, çok götürdüler senden. Çünkü insani bir denizde yüzmeyen, yüzmeyen diyorum, yüzme bilen değil mevzum, çünkü biliyorsun yüzebilirsin de ve vardır böyle yüzücüler, getirmenin hazzını bilmez..
Ben tarihin denizinde bir su tanesi gibi, akıntının beni sürüklediği yere değil, o dini kitapların konusudur, boğulursun kaderdir, ölürsün fıtrattır, hepsi zaten suda yazılıdır, ama ben bilirim ki, bu kulaç bu eller içindir, ve bir gün bu koca denizin içinde o su taneleri, tarihi ve zamanı denizin akışından başka bir yere çevireceklerinde, bu denizimi kirletenler, denizimden çalanlar ve denizimi kurutanlar ve üstüne öyle değilmiş gibi yapanlar, tarihin ve insanlığın kıyısına vurduğu hiçbir denizde hiçbir zaman yüzemeyecekler.
O yüzden benim cumhurbaşkanım, sensin, şimdi bu yazı burada bitti ya, tarih, zaman, akış, benim cumhurbaşkanım, hepimiz.
Bitmeyecek o uzun koşu, o yazı, benim cumhurbaşkanım.
Ali Doğanbay
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.