Seçimler ve Siyasette Güven Bunalımı – Münür Rahvancıoğlu

Siyasal öznelerin halk nezdinde herhangi bir itibarının kalmadığı, ciddi bir inandırıcılık yitimine uğradıkları ve siyasete güvenin yitirildiği bir süreden beridir bilinir, konuşulur, yazılır durumdaydı. 7 Ocak 2018 seçimlerinin ilanı ile birikte bu durum daha da görünür hale geldi. Halk siyasi partilere güvenmiyor, adayları kişisel kariyer peşinde koşan fırsatçılar olarak görüyor ve kurulacak herhangi bir hükümetin programında ne yazacağı ile ilgilenmiyor.

Partiler de bu durumun farkında olduğu için, kampanyalarında “güvenilir” oldukları mesajını ön plana almış durumdalar. Ancak kişilerin günlük hayatta yaşadıkları olguları hiçbir algı mühendisliği ile unutmalarını sağlamak mümkün değildir. Bu yüzden de partiler “güven inşaası” için giderek daha fazla; yeni, uzman, temiz, genç sıfatları ön plana alınan adaylara yaslanmak durumunda kalıyor.

Bir kısmı gerçekten de bu sıfatları hak eden, birçoğu ise medya gücüyle allanıp pullanan adaylar, partilerinin ve dolayısıyla siyasetin imajını kurtarmak üzere sahaya sürülmüş durumdalar.

Geçmiş seçimlerden farklı olarak bu dönem, neredeyse her gün bir aday ile ilgili magazin düzeyinde haberlerin çıkmaya başlamasının ana sebebi de budur. Bu güne kadar dolandırıcılık, pedofili, taciz, borç batağı nedeniyle hapis tehlikesi, hırsızlık, dayak vb. onlarca sebeple suçlu olduğu iddia edilen, kimisinin ismi açıklanan kimisinin açıklanmayan onlarca aday birikmiş durumda.

Bu iddialardan bazıları doğru veya yanlış olabilir. Ancak geçmiş dönemlere göre bu tür iddiaların daha yoğun gündeme gelmesinin nedeni; siyaset kurumunun yitirilmiş itibarını taşıma görevinin kişilere yüklenmiş olması. Böylece rakip siyasal özneler birbirlerini yıpratmak için kişilerin “gerçek yüzünü” ifşa etmeyi siyasal bir strateji olarak benimsemiş oluyorlar.

Kolayca anlaşılacağı gibi siyasal partilerin içinde bulunduğu şey tam bir dibe doğru sarmaldır. Siyaset güven yitimine uğradıkça medyaya sarıldı. Medyanın ondan daha iyi durumda olmadığı ortaya çıkınca kişiler ön plana alındı. Şimdi kişilerin en ufak bir “yanlış park” cezasından cinayet işlemiş olma olasılığına kadar her konu siyasetin meselesi haline geldi. Üstelik bu iddiaların bir çoğu abartılmış biçimleri ile medyada ve siyasal alanda kullanılır oldu. Kısacası siyasete yönelik güven yitimi iki kat artmış bir şekilde gündemdeki yerini korumaya devam etti. Böyle devam ettiği takdirde varacağımız yer; vıcık vıcık bir düzeysizlik ve tam bir yozlaşmadan ötesi değildir.

***

Herhangi bir sorunu ortadan kaldırmak ancak onu ortaya çıkaran nedenlerle mücadele edilerek mümkündür. Sorunun kaynağı ile değil semptomları ile mücadele edildiği müddetçe, sıklaşan ve şiddetlenen döngüler halinde dibe doğru gitmekten kaçınılamaz.

Kıbrıslı Türk siyasal yaşamında siyaset kurumuna, siyasal partilere, siyasal öznelere ve siyasetçilere güven yitimi sadece bir sonuçtur. Partilere makyaj yapılarak, parti başkanlarına imaj örerek veya daha fazla kaynağı reklama ayırarak bu durumun önüne geçilemez. Sorunun esas kaynağına yani siyasal öznelerin (parti, kişi vs.) pratiğine ilişkin köklü bir dönüşüm şarttır.

Siyasal yaşamda bir partinin veya (ister başkan ister sıradan üye olsun) bir partilinin pratiğini belirleyen şey ideolojidir. İdeoloji, bir siyasal organizmayı birbirine bağlayan ve en alt kademeden en üst karar organına kadar her seviyedeki hareketleri şekillendiren harçtır.

İster sağ isterse de sol olduğu iddiası ile hareket etsin; Kıbrıslı Türklerin partilerinde yitirilmiş olan şey de işte budur: İdeoloji…

Bir ideolojinizin olması sizi hatadan muaf kılmaz. Veya ideolojik angajmanları güçlü partilerin kişisel veya örgütsel düzeyde kandırmacalara başvurmayacakları zannedilmemelidir. Tam aksine ideoloji, bu tür durumlar ortaya çıktığı zaman farkedilmelerini, eleştirilmelerini, değiştirilmelerini ve özeleştiri yapılarak ilan edilmelerini sağlayan bir mekanizmadır. İdeolojik angajmanın yokluğunda ise, siyaset bizim bugün yaşadığımız duruma gırtlağına kadar batacaktır.

***

7 Ocak seçimleri öncesinde bizim elimizde ne var? Hükümete geldiği zaman muhalefetteyken söylediklerinin tam tersini yapan bir siyasal partiler yelpazesi. Bundan sonrası için neye inandığınız veya inanmak istediğinizi bir yana bırakırsak, partilerin geçmiş pratiklerine bakarak farklı bir cevap vermek mümkün mü?

Partiler bazı vaatler verebilir ve bu vaatlerini çeşitli sebeplerle yerine getirememiş de olabilirler. Peki vaat edilenin tam tersini yapmak, üstelik hükümetteyken bu pratiği savunmak nasıl izah edilecek?

Bizdeki uygulamayı biliyoruz: Yapılanlar sanki hiç olmamış gibi davranarak toplumsal hafızadan silinmesi bekleniyor; çok ayyuka çıkan meselelerle ilgili algıyı çarpıtma yönüne gidiliyor; o da olmazsa fatura parti içinden belli kişilere çıkartılıyor. Fatura kendisine çıkarılan kişinin eleştirisi dedikodu düzeyinde ve özel alanda kalmaktan öteye gitmiyor.

Siyasal örgütlerimizde, ilaç için olsun kurumsal tek bir yaptırıma rastlamak mümkün değil. Sonuç olarak teker teker olaylarda kısa vadede başarılı olan bu yöntemler, toplamda bugün yaşanan siyasal güven bunalımını beslemekten öteye bir sonuç vermiyor. Çünkü aslında kendini çok zeki zanneden algı mühendisleri, halkın aptal olmadığını bir türlü kavrayamıyor…

***

Bugün son sürat dibe doğru ilerleyen bu yozlaşma döngüsü, ideolojik bir angajmanın restore edilip özeleştirel yenilenme ile tersine çevrilebileceği noktayı çoktan geçmiştir.

Mevcut siyasal çerçevenin içinde kalan her duruş, aynı uçurumun yolcusudur.

Teker teker partilerde her şeyi düzeltecek temiz, uzman, genç, yeni kişiler; kendi geleceklerini onlardan önce aynı misyonlarla kolları sıvayanların aynasında izleyebilirler.

Aynı yolu yürüyerek farklı bir yere varmaları mümkün değildir. Kişisel ikbal merdivenlerini tırmanmak gibi bir amacı olmayanlar yarı yolda mide bulantısıyla vazgeçecek, diğerleri çarkların dişlilerini yağlamaya devam edecektir.

Bu yozlaşmanın kendiliğinden sonuçları da var: Siyasetin toptan reddi avuntusu altında “boykot” çağrısı yaparak öfkeyi pasifize eden yarı-anarşizm ve YYP gibi örnekleri yaratıp destekleyerek siyasetle dalga geçtiğini sanan apolitizm. Her ikisi de neo-faşizm denizine akan nehirlerdir. Çünkü faşizmin siyasetten nefret, amaçsız öfke, apolitik alaycılık ve kayıtsızlık gibi unsurları bu mecrada birikmektedir. Nitekim yozlaşmış siyasetin bu tür meyveler verdiği ilk ülke de biz değiliz:

İtalya’da mizahçı Beppe Grillo’nun “5 Yıldız Hareketi” isimli partisi ile son 2013 seçimlerinde yakaladığı %25’lik oy oranı, bu tür örneklerin varlığını göstermektedir.

Peki ne yapmalı?

Bize sunulan alternatifler; ya ideolojik angajmanından arınması sonucu hepsi birbirine benzemiş partileri kurtaracak mesihler için umut besleyen müritler olmak yada bu tabloya küskünlüğünü surat asıp boykot etmek ve alay edip YYP’ye oy vermek seçenekleri ile ifade eden apolitik bireylere dönüşmekten ibaret…

Ya bunu kabul etmezsek? Ya Kıbrıs sorunundan hayvan haklarına, doğamızın katledilmesinden toplumsal cinsiyet eşitliğine tüm meselelerimizi emek eksenli bir devrimci ideoloji temelinde örgütlenerek kendimiz çözmeye kalkarsak?

İşte o zaman gerçek alternatiflerin; “Ya devrimci bir emek hareketi yada mevcut yozlaşmış siyasal yapı”dan ibaret olduğu daha da görünür olacaktır.

Kimimiz için 7 Ocak’tan sonra, kimimiz için daha şimdiden…

Not: Bu Yazı GAİLE Dergisinin 31 Aralık 2017 tarihli sayısında yayınlanmıştır.

Münür Rahvancıoğlu
Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri