Bugünlerde Niyazi Kızılyürek’in “Doğmamış Bir Devletin Tarihi: Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” kitabını okuyorum. Okurken dikkatimi çeken ve beni en çok rahatsız eden şey Kıbrıs’ın kuzeyinde de güneyinde de siyaseti tamamen parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerinden tanımlamasıydı. Seçim odaklı siyasete hiç de yabancı değiliz evet. Hele hele cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşırken, bu konunun diğer tüm konuları gölgede bırakmaya başladığı bu günlerde hiç mi hiç değiliz. Ama hayat seçimden mi ibarettir? Ya da hayat aslında seçimler arasında yaşanılanların toplamı mıdır? Aşağıdaki yazıyı bundan 5 yıl önce kafamda yine aynı sorularla yazmıştım. Varın cevabı siz verin…
Kıbrıslı Türk halkı olarak seçimlerle yatıp seçimlerle kalkmaya başladık yine. Maalesef yine diyorum çünkü seçim sürecine girildiğinde taş üstüne taş konmamaya başlıyor bu ülkede. Seçimlerin gölgesinde kalan o kadar çok konu var ki nereden başlasam bilemiyorum gerçekten.
Dün yaşadığım bir örnekle yazıya başlayabilirim örneğin: Bir TV kanalından ısrarla programa çıkmam istendi. Konu başlığı olarak da “Okullardaki Şiddet: Akran Zorbalığı”nı seçtik. Çok değil daha birkaç ay önce çok tartışılan bir konuydu. Ama alıştık değil mi gündemi çabucak tüketmeye? Her neyse; program sunucusu programın yayınlanacağı günün sabahı arayıp programa bir milletvekilinin katılacağını, seçim sürecinde olduğumuzdan bu konuğun daha önemli!!! olduğunu, konumuzu ileri bir tarihte ele alacağımızı söyledi. Şimdi bu örnekten yola çıkarak şu soruları sorayım: Okullardaki şiddet sorununu çözdük mü? Bir milletvekilinin bir akademisyenden daha önemli olduğunu gösteren kriterler nelerdir? Ya da bir milletvekilinin konuşacaklarının bir akademisyenin konuşacaklarından daha önemli olduğuna kim karar verir ve neye göre karar verir? Konuları ertelemek, aslında hayatın kendisini de ertelemek değil midir? Tüm bu sorulara kuzey Kıbrıs’ta verilecek yanıt basittir: Seçim sürecindeyiz. Seçim sürecindeysen eğer, es geçilmeyi, ertelenmeyi, ötelenmeyi kabul edeceksin. Seçim sürecindeysen eğer birkaç ay daha hatta yıllarca sabretmeyi öğreneceksin. Ama hayatının toplamına baktığında yani ertelediklerinin toplamına, bugün tüm acısıyla yaşadığımız gerçekliklerle yüzleşeceksin. Bakımsızlıktan harabeye dönmüş okullarınla yüzleşeceksin mesela… Havan topu mermileriyle delik deşik edilmiş gibi duran yollarınla yüzleşeceksin… 2015 yılında suça itilmiş çocukları yerleştireceğin bir eğitim evinin olmayışıyla yüz yüze geleceksin sonra… Gözünün önünde bedenleri satılan kadınlarla, o kadınları tutup satıcılarına kendi elleriyle teslim eden devlet görevlileriyle yüzleşeceksin… Dizilerde memleketini kumarhaneden ibaret algılamalarına alışacaksın örneğin… Her yıl trafikte yitirdiğin onlarca cana yanmakla yetineceksin… Psikologların, diyetisyenlerin, fizyoterapistlerin dünyanın geri kalanında neredeyse 100 yıl önce kabul edilmiş yasaları için mücadele etmeye devam edecekler… Selden iki gün sonra iş makineleriyle ve medyayla birlikte ortadan kaybolan tüm politikacıları affetmeye ve seçmeye devam edeceksin… Kısacası seçimlerin gölgesinde tüm hayatını erteleyeceksin…
Bu liste sonsuzca uzatılabilir. Aslında dayanıklılığımıza gerçekten hayret ediyorum (en azından bazılarımızın). “Elbet bir gün” diyerek, ümit dallarına tutunarak yaşıyoruz. Dal kırılıyor yere düşüyoruz. Sonra kalkıp başka bir dala tutunuyoruz. Sonra başka bir dala… Sonra başka bir dala… Bazen düşünüyorum da biz Kıbrıslılar sanırım çoktan alıştık seçimlerin gölgesinde hayatlar sürmeye. Alışamayanları, dal bulamayanlarıysa tek tek yolcu ediyoruz aramızdan uzak memleketlere. Böyle sürmek zorunda değil her şey. Olur da bir gün silkelenip nereye gittiğimizi daha doğrusu gidemediğimizi fark edersek, ertelemez ve ertelenmeyi kabul etmezsek değişebiliriz belki. Hep birlikte: “Seçimler!!! Gölge etmeyin başka ihsan istemeyiz” diye haykıracağımız günleri görebilmek dileğiyle.”
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.