74 yılıydı…
Savaş günleri…
20 Temmuz’dan hemen sonrası, 21 ya da 22 Temmuz…
Bir grup Kıbrıslı Türk, bir grup Kıbrıslı Elen tarafından esir alınmıştı…
Karanlık, nemli, küf kokan bir yerde tutuluyorlardı…
Esirliğin sonunun öldürülmeye kadar kolayca varabildiği günlerdi malumunuz…
Tedirginlik, çaresizlik ve muhtemelen de korkuyla bekliyordu bir grup esir Kıbrıslı Türk…
Elleri ve ayakları da zincirlenmişti yanlış hatırlamıyorsam…
***
Esir tutuldukları yerin dışarısından Yunanca bağrışmalar ve gürültüler yükseldi bir anda…
“Bırakın beni, gebertecem o öğretmeni , içerde olduğunu biliyorum” diye Yunanca bağırıyordu biri, kapının dışında…
Esir odasının içindeki korku çıldırtıcı bir düzeye varmıştı muhtemelen o anda…
Sonra kapı açıldı, ve esirler, karanlık olduğundan dolayı her ne kadar emin olamasalar da, içeriye girenin az önce küfürler savurarak bağıran kişi olduğunu az çok tahmin edebilmişlerdi…
Muhtemelen “acaba hangimizin sonu geldi” diye düşünmüşlerdi o anda…
Sonrasını şöyle anlatmıştı dedem :
“Bir kibrit çakdı, garanlığı biraz aydınlatmak için. Sonra kibritin ışığını yüzümüze duta duta, tek tek önümüzden geçdi. Benim önüme gelinca durdu. Hafifce gulağıma doğru eğilip “Hoca; çocukların, eşin, sizinkiler hepsi iyidir, haber getirdim onlardan sana. Onlar için endişelenme, onlar bana emanet” diye fısıldadı Rumca. Sonra bir sigara çıkarıp yaktı kibritle, verdi bana. Ondan sonra da boşluğa doğru tükürüp “seni öldürmeye bile değmez” diye Rumca bağırdı yüksek sesle, çıktı gitti. Aynı adam, ben esirlikten gurtulunca, sınırdan kuzeye geçmem için yardım da ettiydi bana”
***
“Peki neçin dede ? Neçin bu adam böyle bir şey yaptı, yardım etti sana ?”
***
“Biz esir alınmadan 7 sene önceydi, 67 yılı… Baf gazasına bağlı Beşiktepe’de (Melandra) ben o bölgenin Kıbrıslı Türk sorumlularından biriydim, köyü savunmak için. Esirken 74’te bana yardım eden o Rum adam da polislik yapardı, ve her sabah işine gitmek için bizim köyün içinden geçmesi gerekirdi. Her sabah, bu adam köyün içinden geçip giderken, köydeki Mücahitler buna laf atallardı, küfrederlerdi, daş atallardı bazen. Bu adam da tanırdı beni ve benden yardım istediydi, “Hoca bak ben her sabah işime giderim, size bir kötülüğüm dokunmaz, mecburum sizin köyün içinden geçip gitmeye işe giderken, söyle adamlara da uğraşmasınlar benimle, benim suçum günahım yok” dediydi. Ben da köydeki Mücahitlere ve bu adamla uğraşan diğer gişilere söylediydim rahat bıraksınlar adamı, uğraşmasınlar gendiyla diye. O günden sonra da gerçekden adam rahat rahat, kimsenin sataşmasına uğramadan geçip gitmeye başladı köyün içinden.”
***
Derviş Özer’in Khora Yayınları’ndan çıkmış öykü kitabı “Ona Selam Söyle”yi okurken aklıma geldi dedemin bana anlattığı bu anılar…
Derviş Özer’in kitabı, savaş yıllarında ‘sıradan insanların’ yaşantılarını insani bir duyarlılıkla ve hassasiyetle anlatan bir kitap…
Kendi çocukluk anılarına da dayanarak, yaşanmış gerçeklerden yola çıkarak yazdığı öyküler bazen komik, bazen trajikomik ama çoğu zaman insanın canını acıtacak denli acılı…
Çoğu zaman acılı çünkü savaş yıllarını anlatıyor kitap…
Derviş Özer, ‘sıradan insanların’ acısının tarafı olmaz diyerek hem Kıbrıslı Türklerin hem de Kıbrıslı Elenlerin acılarına aynı hassasiyetle yaklaşarak yazmış öykülerini…
Okurken bazen gülümsedim, çoğu zaman dudaklarımı kanatırcasına ısırdım ve bazen de yumruğumu sıktım…
Ama en çok da, gerçek barışı biz ‘sıradan insanların’ kurabileceğini öğrendim bu küçük adada…
Acıların emri çoğu zaman ‘tepeden bir yerlerden’ geliyordu çünkü…
Tüm bu acılara ve savaşın taraflaştırıcı ortamına rağmen dayanışmanın en insana umut veren örnekleri ise hep ‘sıradan insanlardan’ geliyordu çünkü…
‘Sıradan insanlar’ savaş yıllarında acılara hiç sebep olmadı demek istemiyorum elbette…
‘Sıradan insanların’ arasından da zalimler çıkmadı demek istemiyorum elbette…
***
Kitapta, Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Elenler arasındaki göz yaşartıcı dayanışmaya dair de öyküler var…
Bu kitabı okumak, insanın barışa dair olan algısını müzakere masalarından, yüzlerce sayfalık planlardan ve teknik meselelerden alıp, ‘sıradan insanların’ gündelik yaşantılarının ortasına taşıyor…
Yani ait olması gereken yere…
Bu kitabı okuyun…
Ve daha da önemlisi; dedelerinizle, nenelerinizle ve eğer savaş yıllarını yaşamışlarsa annelerinizle ve babalarınızla konuşun…
***
Barış, bizlerin ellerindedir.
Celal Özkızan
Baraka aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.