Bir süreden beridir kafayı Şartlı Tahliye Kurulu’na taktık. Onca gündem arasından mutlaka vakit bulup, Şartlı Tahliye Kurulu ile ilgili bir eylem, bir açıklama, bir soru, bir girişimde bulunuyoruz. Peki neden?
Aslında teknik neden belli; 22 Ocak 2018 tarihinde Meclisin damında kabile bayrağı açan ve Afrika gazetesinde Madımak provası yapan faşistlerin ceza süreleri dolmadan Şartlı Tahliye Kurulu tarafından serbest bırakılması…
Ama işin bir de devrimciler için önemli olan siyasal nedenleri var. Bu siyasal nedenler yüzündendir ki, toplumun tüm diğer kesimleri için konu sıcaklığını yitirdiği halde devrimciler olayın peşini bırakmıyor. Gelin bu nedenleri konuşalım…
***
22 Ocak olayları, toplumun hemen her kesiminden büyük bir tepki aldı. Olaylar sonrasında son yılların en kitlesel eylemi yapıldı ve mahkeme süreci kamuoyu tarafından titizlikle takip edildi. Ancak sonrasında zaman geçtikçe tansiyon düştü ve şimdilerde konu kapanmış gibi görünüyor.
Olayların zaman çizelgesini tutup yaşananları bu sırayla anlatmak yerine, gelin kurumların sorumluluğu bağlamında bir özet yapalım.
Polis Örgütü: Polis, 22 Ocak günü faşist kalabalığa ne linç girişiminde ne de Meclis’n damında hiçbir müdahalede bulunmadı. 26 Ocak’ta gerçekleşen kitlesel yürüyüşe kadar da herhangi bir tutuklama yapılmadı. Zorunlu kalınca yapılan tutuklamalar Teşkilat’ın kendi açıklamalarına göre bile eksikti, çünkü arandığı söylenen dokuz kişi bulunamamıştı!
Savcılık: Polisin tutukladığı faşistlerin tutuksuz yargılanmasını talep etti.
Mahkemenin reddetmesi üzerine, faşistlerin göstermelik cezalarla kurtulmasını sağlayacak bir adım attı ve konunun Ağır Ceza’da değil alt mahkemede görüşülmesini sağladı. Mahkeme boyunca halkın avukatı gibi değil, faşistlerin avukatı gibi davrandı.
Hükümet: 22 Ocak olaylarında sorumluluğu açıkça ortada olan UBP ve YDP’ye karşı oluşan öfkeden yararlanarak oluşan 4’lü koalisyon, bu öfkeye yaslanarak varlığını devam ettirdi ancak bu öfkenin gereğini yapmaktan itinayla kaçındı. Polis’in sivile bağlanması, savcılığın hesap vermesi vb hiçbir konuya dair zerre adım atmadı. Dahası Şartlı Tahliye Kurulu’nun çoğunluğunu elinde bulundurduğu için, faşistleri serbest bıraktı.
Ve tüm bunlar böyle olduğu halde, faşistler aldıkları komik cezaları bile tamamlamadan serbest bırakıldılar. Konu da kapandı, gitti…
***
Faşistlerin gerçekleştiridiği linç girişimi, hemen ardından tutuklanmaları için yapılan eylem ve tutuklama sonrası titizlikle takip edilen mahkeme sürecinde halkın nabzı sürekli ayaktayken; faşistlerin ceza sürelerini tamamlamadan serbest bırakılması karşısında Bağımsızlık Yolu ve olayın doğrudan mağduru olanlar dışında neden genel bir sessizlik var?
Bunu sadece halkın “balık hafızalı” olması ile izah etmek mümkün mü? Bizce hayır…
Linç girişimine tepki göstermek, açıkça YDP ve onu besleyen UBP’li kesimin kınanması anlamına geliyordu. Yaratılan şehir efsanesine göre de bu insanlar “Türkiyeli”lerdi! Gerek eylem sırasında orada bulunan, gerek eyleme lojistik destek sağlayan gerekse de eylemi cesaretlendiren onlarca “Kıbrıslı” özne devrimciler tarafından teşhir edilmesine rağmen, bu algı sadece zayıflatılabildi ancak kırılamadı… Polise yönelik tutuklama talebi de, “demokrasi, faşizm karşıtlığı” gibi politik olarak düzgün bir dil ile ifade edilmişti ama temel motivasyon “anti-faşizm” değil, “göçmen düşmanlığı” idi. Tıpkı mahkeme süreci boyunca “gösterelim bu gacolara” motivasyonunun, “faşizmi yargılayalım” talebinden baskın olması gibi.
Kısacası eyleme tepki göstermek, tutuklama talep etmek ve mahkemeyi takip etmek; sunulduğu ve olması gerektiği gibi “anti-faşist” bir süreç olarak yaşanmadı. Öyle olsaydı, faşizmin kurumsal dayanakları, ideolojik kaynakları, maddi ilişkileri, örgütsel ağları sorgulanırdı. Tam aksine tüm bu süreç “göçmen düşmanı” bir saikle beslendi, göçmenler hedeften silindiği zaman ise söndü.
***
22 Ocak eylemleri bir göçmen eylemliliği değili. Faşist bir gövde gösterisiydi.
Göçmen eylemliliği olmadığı için; UBP’li belediyelerden lojistik destek aldı, faşist bir eylemlilik olduğu için faşist Kıbrıslı Türkler tarafından katılım gördü, Polis Teşkilatı tarafından emir-komuta ilişkisi içinde kollandı, Savcılıkça kayırıldı ve Şartlı Tahliye Kurulu eliyle onore edildi.
Ancak sürecin Şartlı Tahliye Kurulu ayağı, konunun sömürge tipi faşizimle bağının en net görünür olduğu ve göçmenlerle bağ kurulması en imkansız ayağı olduğundan derin bir sessizlikle karşılandı. Önceki tüm aşamalar vitrine faşizmi koyarak göçmen düşmanlığı yapmaya fırsat veriyordu. Ancak Şartı Tahliye Kurulu kararını tartışmak, öznelerini sorgulamak, Şartlı Tahliye Kurulu bileşenlerinden hesap sormak; sömürge tipi faşizmin masaya yatırılmasını gerektiriyordu. Kurul’un bileşenleri ve bu bileşenlerin emir aldığı bakanlıklar göçmenlerin elinde değildi ve Kurul’a yöneltilecek bir saldırı göçmen kitlelere yöneltilmiş olmayacaktı. Tam aksine “has Kıbrıslılar”ı sorgulamak gerekeçecekti.
Böylece o güne kadar “demokrasi” ve “anti-faşizm” adına çekilen kılıçlar, birden bire kınlarına geri dönüverdi.
***
Şartlı Tahliye Kurulu’nu, onun 22 Ocak faşitleri ile ilgili kararını, Kurul’u oluşturan bakanlıkların bu konu ile ilgili tutumunu sorgulamak işte bu yüzden bir tutnusol kağıdı niteliğindedir. 22 Ocak sürecine tepkisi “göçmen düşmanlığı” niteliğinde olanlar için, tahliye süreci unutulmuş uzak bir geçmişin gündemidir. Konuyu baştan beridir “Türkiyeli-Kıbrıslı” gözlüğünden görmeyenler için ise Şartlı Tahliye Kurulu kararı ve o kararı destekleyen hükümet, 22 Ocak faşizminden en az otobüs kaldıran UBP’li belediyeler, tutuklama yapmayan Polis ve faşistlere kucak açan Savcılık kadar sorumludur.
Ama Türkiyeli göçmen kitleleri itham etmek ve yaşanan olumsuzluklardan sorumlu tutmak kolayken, Erhürman’ı, Çeler’i, Denktaş’ı, Özersay’ı, Baybars’ı selamsız bırakmak o kadar da kolay değildir. Çünkü onlar “Kıbrıslı”dır, “arkadaşımız”dır, “öğrencimiz”dir, “komşumuz”dur! Unutmak, hesap sormaktan daha kolaydır; unutmak ve her şey için “gacoları” suçlamaya devam edip, onları serbest bırakan hainlerimizle meyhane masalarında kadeh tokuşturmaya devam etmek…
Ama belgeyle, tarihle, takvimle ispatlıdır ki; Kıbrıslıların oluşturduğu Şartlı Tahliye Kurulu, Meclis’in damına kabile bayrağı dikip, gündüz vakti Lefkoşa’nın göbeğinde gazetecileri katletmeye çalışan faşistleri serbest bırakmıştır. Bu da ülkemizde siyasal yarılmanın Türkiyelilerle Kıbrıslılar arasında değil; çeşitli tipteki faşistlerle demokrasi arasında olduğunun göstergesidir.
İşte devrimciler bu yüzden Şartlı Tahliye Kurulu’nun peşini bırakmamaktadır. O Kurul’u oluşturan işbirlikçi ve satılmış siyasetçilerin maskesini düşürmek, ellerini kimsenin sıkmayacağı günü yakınlaştırmak için; meselenin “Kıbrıslı-Türkiyeli” meselesi değil faşizme karşı mücadele meselesi olduğunu daha da görünür kılmak için, inkara son verip gerçeği kucaklamak için…
Münür Rahvancıoğlu
Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri