SANDIK İÇİNDE PARSELLENİP SULAR ALTINDA KALMIŞ BAŞLIK* – ALİ DOĞANBAY

Güzel gözlü ülkem. Mizah içinde yüzen suların var. Teknenin içinde herkes gülüyor, bir akıl hastanesinin akıl içinde yüzmesi gibi. Herkes birbirine gülerek ‘ben yapmadım, ben yapmadım’ diyor. Bir sen gözlerinle üzgün ‘ben mi yaptım’ diyeceğin tutuyor ve fakat sana şaka, bana acı söyletmeyi yasaklıyorlar. Ki şakasını yaptığında bile şaka olduğunu belli etmeyip önce kendini güldürdüğün, ne yazık ıslanmış şakaları var ellerinin ve gözlerinin gördüğü hırsızlık, el tutanın göz görenin, ama hakikat söylemeyenin, söyletmeyenin. Ömrün geçiyor Akdeniz’in ortasında, artık gülünç bir şey de kalmadı, acılar içinde yüzüyorsun, on sene sonra kimse sana bakmayacak ya, ha yaşlandın ha güzelliğin gitti, seni vermeye çalışıyorlar, vermedikleri şey değil, ıslak saçlı daha mı seksi oluyorsun anlamadım ki, bir sel içinde bir tutam saçını yağmura batırıp çıkardılar. Şimdi tam kıvama geldin ya, hem herkesin yalancısı hem de günahı oldun ya, insan nasıl unutuyor söylediği ve yapmadığı sözleri, ve kaç kere kandırırlar seni, senin isminle, senin adınla. Nisan’da başka güzel olursun, baharda başka güzel bakarsın sen, e hafiften ıslanmışsın da, Venüs’ün anne tarafından akrabası da olursun, bir salınsan yeter ya da bir salıncakta sallanmak bile yeter sana aslında. Nisan’da gözlerinin içine bakarak sandıklar açacaklar sana, sandıklar… Baharda ve peşi sıra önümüzdeki baharlara seni dünyalı yapmaya yemin eden, yemin edenin en çok yalan söylediği, sular içinde yüzen yalanların ve yeminlerin yan yana… Yaşıyoruz. Yazıyoruz. Pardon, yüzüyoruz. Korkma, can yelekleri sandığın altındadır. Bu baharda önce çocuklarımızı kurtaracağız, çocuklarımızı karaya çıkartacağız zira kara göründü. Hep kurtarıldık zaten, bazen görünen bütün adaların ıssız olduğunu ve bizi hep aynı yere, buraya, yaşadığımız yere, kara göründü diyerek çıkarttıklarını sanıyorum. Ben neden sanıyorum, sanmak için bir yalan, hiçbir sandıktan sen çıkmıyorsun ki, bu ıslandığın yağmur bile senin değil… Ne kadar güzel sular altında kaldı ama Girne’n, Lefkoşa’n, Mağusa’n söz veriyoruz ama sandığın içinden kız oğlan kız gibi sandukalarda çeyizlerinle, düğün dernek, çıkartacağız seni bu kez ve dünyalı yapacağız. Ne güzel sırılsıklam oldun ve ne güzel kimse suçlusu değildi ayıbın. Aman be ayıp dediğin sandığın altında olur, kıvrıl da uzan, bu bahar kesin kurtaracağız seni. Vallahi lan! Olsun, biraz ıslaktır, kurumamıştır, havlusuzdur ve avlusu kalabalıktır garantili yalanlarımızla, garantili imzalarla gideceğiz, güzel gözlü ülkem, ne olur ıslak ıslak bakma öyle…

Bunlar dere yataklarına yatak odası takımı yaptılar ya, cahilliklerinden değil ha, bunların zihni üç kelam bir kul o da Allah’ın takdiridir diye işlediğinden, çünkü bunlar muhakkak ki atasözü de bilmezler su akar yatağını bulur derken. Misal o su o sıra o yatağını senin yatak odandan geçiriyor olabilir, en doğa hakkıdır çünkü yatağını aramaktadır su. Ve fakat mühendislik hatası değil, mimari bir çizim yanlışlığı değil inan ki kötü niyetlerinden değil. Ama bunlar yatak odanı dere yatağına kurup seni odasız bıraktılar ya, bunların hiçbir Nisanına inanma, hiçbir garantisine güvenme, bunların imza diye ettikleri yemin yapacakları en büyük yalana hizmettir, hizmet dedikleri yol-su-elektrik faturasını da bu kış coğrafyaya ödedin, biraz pahalı oldu, bunların düğününe, damadına, şenliğine, eğlencesine inanma. İnanma bunlar seni sular etrafında hem susuz hem sular altında bırakırlar! Ne komik lan! Senelerce susuz kal, suyun devletli bir problem olsun, kurak kıraç ve tuzlu sularla banyo yap sonra dön suya boğul! Gerçi hizmet dediğin vatandaşına bu olabilir, su mu beğenmiyorsun işte ne bozgunculuk bu! İnanma işte, bunların şakası senin en büyük acındır! Hiçbir şeyi soramıyorsan şunu sor güzel gözlü ülkem; bu dere yatağı benim yatak odamdan neden geçiyor lan?

Kandırıyorlar işte gözünün içine baka çıka. Sırf daha alımlı olsun diye saçlarını ıslatıyorlar ve bunların fön makinesi de yok, bakma sen ayrık gibi durduklarına aslında hepsi akrabadırlar. Çünkü aynı yalanı söyleyenler aynı dilden konuşurlar, bunların Nisan dediği, ülke dediği, bağımsızlık dediği, dere yatağından geçer, bunların kara dediği suyun akışına göredir, bunların yatağına girilmez, bunların düğününe gidilmez, sandıktan ne çıkacak, biraz daha yalan biraz daha ıslatacaklar seni. Islanma diyorum işte. Elinde hiç mi küfrün yok bunların küflenmiş taraflarına doğru üfle gitsin. Üfle belki giderler. Üfle belki küfrün de bir vecizesi olur.

Şakasına yandığımın ülkesi, Akdeniz’de bir kuzey iç el ülke, dikkat; hazır ol: kışları sel aldı götürdü yazları sandık aldı getirdi.  Gide gele git gel bu gâvurlar var ya kapakları açtılar iç el ülkemin iklimi de değişti, ulan neden açıyorsun kapakları, iş masada bilmem kaçıncı tur Kıbrıs görüşmelerine gelince hep kapıyorsun ama? Ulan yoksa ıslatıp ıslatıp sulandırmaya mı çalışıyorlar görüşmeleri? Garantörüm bu kadar açık el ve barışçıl bade oynarken oyunu neden üzüyorsun Cumhurbaşkanımın göz kapaklarını? Hem o bize söz verdi, bu Nisan dünyaya yerleştirecek bizi, haritalarda elle ve nizami bir şekilde görüleceğiz ve bilineceğiz artık.

Ama ne yazık ki çocuklarım da aynı şakayla büyüyor bu ülkede. Ve yaşlısı genci çoluk çocuğu fark etmiyor ki, yalan olarak hepimiz aynı yaştayız ve hasıraltı etmede halıdan daha ustayız. Ne olur ki bir mevsim dört tarafımız denizken maksat ironiye yalancılık olmasın sular içinde boğuluruz, başka bir mevsim dört kanat dört yollu barışa doğru uçarız. Bunlar şu meşhur reklâm filmindeki gibi, her türlü kanatlandırır. Kanatsız gezen yok, ulan ne harikulade coğrafya diyesi geliyor insanın bazen, işsizlik, batan çıkan, Daü, Kthy, memurlar, halkım, yoksulluk, pahalılık, zorunlu göç, mutsuzluk, güvensizlik, doğal afet, garantisi garantöründe olan garanticilikler, yalanın bini bin para o da bin paraya satılamıyor iken vesaireler de, bu bahar seni veriyoruz, dünyaya, dünya içinde bir yere, üç yüz otuz üç; gülün, çekiyoruz!

Bir gün bizim de yağmurumuz yağacak ama. O, öyle bir sel olacak ki, sokağınızda, entarinizde, sandığınızda, sözlerinizde ne varsa alıp götürecek. O su ki eğer yatağını bulmak için ilerliyorsa, bir gün bizim ellerimizden akacak. Biz o gün, sandıktan ona buna güzel görünsün diye başkasının düğününe hazırlanan ve başkasından kiralanan bir elbiseyle salınsın diye çalgılarınızda kızımızı oynatmayacağız. Biz onun gözlerinin içine bakacağız, en insan gözlerimizle; onun dünyanın neresine baksak o kadar güzel görünmeyen gözlerinin ta içine, ve diyeceğiz ki; kimse sana sormadı bugüne kadar, hiç kimse, ey gözleri güzel, sen ne istiyorsun, sen, yalnız sen, ne istiyorsun…

Ve havlu mavlu öyle fön mön makinesi de gerekmeyecek ha, öyle güzel kurulanacağız ki, kurulup oturacağız ülkemizin gözlerinin içine…

9 Mart 2010

*Yazı Mart 2010 tarihinde Afrika Pazar ekinde yayımlanmıştır. Oturup yeni bir sular altında kalmış yazı yazmaya çalışırken aynı yerden boğulduğumuzu fark ettim. Yeniden boğulmaya lüzum görmedim çünkü bu suları tanıyoruz. Çünkü hep aynı yerden dalgalandırıyor yalanlarını üstümüze… Yine Nisanlar, yine vaatler, yine tıkanmış görüşmeler, yine tıkanmış kapaklar. Güncel olmayı isterdim okuyucu kusura kalma… Özneleri değiştirebilirsin, ama hikâye hep aynıdır. Yalnızca yazıda değil, ülkende de. O yüzden özneleri değil, bir gün hikâyeyi değiştirmeyi ve yeniden yazmayı dene. O gün hiçbirimiz hiçbir yazıda ve hayatta güncel olmayı düşünmeyeceğiz çünkü…

Ali Doğanbay

Be the first to comment

Leave a Reply