Gündelik hayattaki her sorunu Kıbrıs sorununa bağlayarak çözüm önermek, bölünmüşlükten şikayet eden geniş bir kısmının rutin faaliyetidir.
Bu geniş kesim ekonomik sıkıntıları, eğitimde ve sağlıkta yaşanan sorunları, işsizliği, yükselen faşizmi ve gericiliği sadece kktc’ye bağlayarak tartışır. Şüphesiz saydığımız bu sorunların adına kktc denilen yapıyla doğrudan bir ilişkisi vardır.
Fakat bu doğrudan ilişkiye rağmen halklarının beraber, kardeşçe ve mutlu yaşadığı bir adayı, sadece bölünmüşlüğü sonlanmış ve tümüyle uluslararası hukuka dahil olmuş bir Kıbrıs’a bağlamak en hafif tabiriyle iyi niyetli bir yanlış olur.
Faşizmin ve gericiliğin yükselme dinamiklerini sadece bölünmüşlükte, kuralsızlığın ve ekonomik yıkımının nedenlerini sadece kktc’de aramak siyasal bir körlüktür.
Bunu farketmek için 1974 öncesinde karşılıklı milliyetçilikler üstünden adamızda yaşanmış acı olaylara ya da kktc’nin aksine uluslararası hukuka dahil olan ülkelerde hukuka rağmen sıkça rastlanan halk aleyhine icraatlara bakmak yeterlidir.
Sorunlarımız, sadece bölünmüşlüğün eseri değildir.
Ancak tartışmak istediğim konu tam olarak bu değil.
Dile getirmek istediğim esas konu, yaşadığımız tüm sorunlara çözüm olarak Kıbrıs sorununun çözümünü öneren kişilere eleştirel yaklaşanların “kktc’yi savunmakla” yani “kktcci” olmakla suçlanmasıdır.
Bu mantıkta olanlara göre, her sorunla ilgili çözümü önerisini Kıbrıs sorununa bağlamamak kktc’yi savunmakla eş anlamlıdır.
Üstelik bunu iddia ederken de, kişilerin nerede çalıştıklarını siyasal tercihlerin belirleyicisi olarak ortaya koyuyorlar.
Her şeyden önce şunu vurgulamak gerekir ki, Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan herkes ama herkes kktc’nin kurumlarıyla bir ilişki içerisindedir.
Onu ilelebet yaşatmak için canını dişine katanından, son bulması için her gün uğraşanına kadar herkes beğensede beğenmese de kktc kurumlarıyla bir temas kurmaktadır.
Kimisi kamu kurumlarında çalışarak kimisi de o kurumlardan hizmet alarak.
Özel sektör çalışanının çalıştığı şirket de kktc’de kayıtlıdır, adada basılmamış olmasına rağmen maaş olarak aldığı para da.
Bütün gün kktc’yi eleştiren gazeteler, sendikalar ve partiler de devlete kayıtlıdır.
İster Türk koçanlı isterse de ganimet olsun, oturduğumuz evlerin koçanını kktc’nin dairesinden alıyoruz.
Eğitim alması için çocuğumuzu gönderdiğimiz okullar da, hasta olduğumuzda gittiğimiz hastaneler de kktc’ye bağlı.
Okulun ve hastanenin özeline de gitsek, özel olanların da kktc yasalarına tabi olduğunu unutmayalım.
Güneye geçerken kimlik gösterip işlem yaptırdığımız Sivil Hizmet Görevlisi de, kimi zaman bizi dövmek için karşımıza çıkan fakat trafik kazası yaptığımızda aradığımız polis de kktc polisi.
Örnekleri siz de çoğaltabilirsiniz.
Kısacası, uluslararası hukukta yeri olmamasına, esas olarak Ankara tarafından idare edilen bir alt yönetim olmasına ve Kıbrıslı Türk halkının büyük çoğunluğu onun yerine birleşik bir Kıbrıs’ta yaşamayı istemesine rağmen şu anda kktc’nin kurum ve yasalarına göre yaşıyoruz.
Bu durum bizim elimizde değil.
Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayanların koşulları böyle.
Çünkü hepimiz kktc’ye mahkum edilmiş durumdayız.
Bunlardan bahsetmekteki amacım mevcut bölünmüşlüğü ve kktc’yi olumlamak değil, bir olgu olarak var olan durumun adını koymaktır.
Dolayısıyla, halkın yaşadığı sorunlara çözüm olarak alışılmışın dışında farklı yöntemler öneren öznelerin, özellikle de nerede çalıştıklarına bakarak kktc’yi savunmakla eleştirilmesi gülünçtür.
Çünkü yukarıda türlü örnekle gösterilen biçimlerde olduğu gibi, kimin kktc ile ne kadar ilişki içerisinde olduğu üzerinden bir yarışa girmek elimizde olmayan koşullardan ötürü birbirimizi suçlamak anlamına gelir ve bu, hiç bir politik karşılığı olmayan bir yarıştır.
Kimlerin kktc’yi savunduğu, kimlerin birleşik bir Kıbrıs istediği siyasal pratikle belli olur.
Tüm konularda da kriter budur zaten.
Gerisi laftır.
Çünkü bu ada yarısı, ben “kktc’yi tanımam” deyip onun üstünden zengin olan patronlarla ve kamu da çalıştığı halde ömrünü barış için harcayan insanlarla doludur.
Ezbere konuşmayıp biraz etrafımıza bakarsak bu örnekleri görebiliriz.
Böylece Kıbrıs sorununu bekleyerek değil, gündelik sorunlarla ilgilenerek yükselecek bir mücadeleyle çözebileceğimiz de anlamış oluruz.
Ali Şahin
Bağımsızlık Yolu Örgütlenme Sekreteri