Annemin liseye gittiği yıllar… Zaman 1950’lerin sonu, 60’ların başı. O tarihlerde öğretmenlerin çoğu Türkiye’den geliyor. Ve Türkiye’den gelen öğretmenler, en çok da Kıbrıslı Türklerin “düzgün Türkçe” konuşmasına özen gösteriyor… Aklımda kaldığı kadarıyla adı Serpil olan bir arkadaşı var annemin. Serpil “düzgün Türkçe” konusunda çeşitli sıkıntılar yaşıyor öğretmenleri ile… El işi öğretmeni de bu konuda en sertlerinden birisi… “Tehellemek” ifadesinin “doğru”sunun “makine çekmek” olduğunu bilmeyen Serpil, “makine mi çektin sen?” sorusuna, “yok hocam vallahi çekmedim makineyi” diye cevap veriyor mesela… Ama olaylar şimdi sandığımız gibi komik bir yolda ilerlemiyor, dedik ya el işi öğretmeni sert!
Bir gün sınıfça örgü ördükleri bir sırada, öğretmene sesleniyor Serpil; “öğretmenim bundolar kaçtı.” Hiç cevap vermiyor öğretmen, duymadı diye düşünüyor Serpil; tekrar sesleniyor “bundolar kaçtı öğretmenim, nasıl düzeltecem bunları?”
Yakına yaklaşan öğretmen, sert sert soruyor: “Neyi düzelteceksin Serpil?”
“Bundoları öğretmenim, kaçtı!”
Öğretmen birden öfkeleniyor ve elindeki işe sertçe dokunarak, yüksek sesle bağırıyor Serpil’e: “Bundo değil! İLMEK!, İLMEK!”
Neye uğradığını şaşıran Serpil, bir an şok yaşıyor. Kolay değil, ergenlik yaşında bir genç kız, hiç beklemediği bir anda, hiç beklemediği bir muamele görüyor, üstelik doğduğundan beridir konuştuğu dil yüzünden…
Serpil’in bastırmaya çalıştığı hırstan gözleri doluyor ve elinde tuttuğu işi öğretmene fırlatarak var sesiyle bağırıyor: “BUNDO! BUNDO! BUNDO!”
Ve arkasını döndüğü gibi çıkıyor sınıftan…
***
Geçtiğimiz hafta gerçekleşen Reddediyoruz eylemi ve “Demokrasiye” Destek mitingi; annemden defalarca dinlediğim bu olayı hatırlattı bana…
***
Uzun uzun tekrarlamaya gerek yok; Reddediyoruz Platformu, nereden gelirse gelsin Kıbrıslı Türklerin varlığına, kültürüne, sanatına, sporuna, gençliğine ve kimliğine yönelik dıştan kontrol edilen müdahelelere karşı direniş ekseninde biraraya gelmiş bir yapı…
Bu duruş sadece TC-AKP uzantıları tarafından değil, KC-AKEL çizgisindeki politik kesimler tarafından da ısrarla “yanlış anlaşılıyor!” Her iki kesim de, meseleyi “Türkiye’den ibaret” algılamakta ısrar ediyor… Bir taraf bunu “olumsuz” bulurken, diğer taraf “olumlu” buluyor!
Reddediyoruz Platformu bu yorumun yanlış olduğunu ve Koordinasyon Ofisi türünden bir müdahalenin “nereden gelirse gelsin” reddedileceğini anlattıkça, halkın desteği artmasına rağmen, dış odakların kanaat önderleri bundan rahatsız oluyor.
Son miting öncesi, bir yandan “Kıbrıs’ta iki halk yoktur, iki toplum vardır ve bir de Kıbrıs Cumhuriyeti” diyerek olduğu kadar, “anavatandan ne gelirse gelsin kabul ediyoruz, reddetmiyoruz” diyerek de Reddediyoruz Platformu’na ayar verme çabaları bunun göstergesi…
Peki bu “ayarlar” sonucunda durum nedir?
***
Hiçbir finansal kaynağı olmayan, pankartından sahnesine kadar her şeyi gönüllülük temelli organize eden ve ana iletişim kanalı olarak ücretsiz sosyal medyayı kullanan Reddediyoruz Platformu; aylarca sokakta kalabileceğini, her eylemi ile biraz daha büyüdüğünü ve başta Kıbrıslı Türk gençliği olmak üzere her yaştan onbinlerce insanımızın desteğini aldığını 3 Ağustos günü bir kez daha gösterdi. Basit insanların 2-3 gün önce yaptığı basit bir çağrı ile üç bini aşkın kişi sokaklara döküldü…
Diğer yandan yüzü aşkın kurum, kuruluş tarafından çağrısı yapılan, hükümet partileri ve ana akım medya tarafından desteklenen, oluk oluk paralar akıtılarak duyurulan, yemek ikramı ile zenginleştirilmiş, özel sektör çalışanlarının katılmaya zorlandığı AKP’ye destek mitinginde 1500 kişi bile yoktu…
Çıplak gözle görülebilecek basit sonuç bu. Peki bu sonuçtan nasıl bir ders çıkarmalıyız?
***
Aslında bu söyleyeceğimizi en iyi bu ülkenin sağı bilmeli… Ancak belli ki ya hiç öğrenmemişler yada aşırı özgüven gözlerini kör etmiş…
1950’li yıllarda ülkede tek örgütlü siyasi parti olmasına ve binlerce Kıbrıslı Türkle hali hazırda gündelik hayat temelli bir ilişki geliştirmiş olmasına rağmen; AKEL’in yüreklerde kaybetmesinin nedeni bu halkı inkar etmesiydi, olay sadece “şiddet” teması ile izah edilemez… Bu halk ne şiddetler gördü de gene direnmesini bildi…
Kıbrıslı Türkler bu adada kendi kimlikleri, dilleri, din algıları, kültürleri ve yaşam tarzları ile huzurlu bir şekilde yaşayıp gitmek istiyorlar.
Sessiz, sakin ve uyumlu insanlar olmaları, “sen şu değilsin, busun” diye ahkam kesen her zorbayı benimseyecekleri anlamına gelmiyor… Bir zorbaya yükseltilen itiraz, diğer zorbaya “bayıldıkları” demek olmuyor… Geçmişte bir zorbadan kaçarken, bugün başka bir zorbaya tutulmuş olmaları da onları vazgeçirmiyor…
Bu halk, her koşulda “BUNDO! BUNDO! BUNDO!” diye haykırıyor…
Münür Rahvancıoğlu
Baraka Aktivisti